Bu Blogda Ara

Arşiv

gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bakteri ve Siyanür

Bakteri ve Siyanür
Bülent Çelik Karikatürü
 

Danimarka başbakanı, ülkesini infiale sokacak bir paylaşımda bulunmuş. Muhtemelen bunu yaparken “ne yapayım da ülkemi infiale sokayım?” diye düşünmemiştir, infiale girmeye teşne birileri, paylaşımı kendine göre yorumlayıp bunu bazılarının ağzının payını verme fırsatı olarak görmüştür.

Olayın özeti şu: Evinin mutfağında yemek hazırlarken çekilmiş fotoğrafının altına yorumlar yağmış, insanlar farklı tepkiler vermiş ve ufaktan bir kutuplaşma olmuş. Fotoğrafta bir kesme tahtasının üzerinde doğranmış tavuklarla sebzelerin bir arada bulunması tartışmayı doğurmuş. Tavuk kesilen tahta ve bıçak temizlenmeden aynı bıçakla o tahta üzerinde sebze doğranır mı, doğranmaz mı diye.

Efendim, tavuk kesiminde kullanılan bıçak üzerinde çeşitli bakteriler bulunabileceğini, yıkanmamış aynı bıçak sebze kesmekte kullanılırsa bakterilerin sebzelere de bulaşacağını hatırlatanlar olmuş. Adeta, Ahmet Kaya şarkısındaki gibi: “N’eylersin ki çember daralmakta, ‘yasalmonella’sıyla bir bakteri grubu yaklaşmakta... Başın belada!” diye uyarmışlar. Buradan yola çıkarak başbakanı sorumsuzlukla suçlamışlar.

Neyse ki, başbakan hanım sonradan bir açıklama yaparak endişe edecek bir durum olmadığını, kesilen sebzelerin tavukla beraber aynı tencerede piştiğini, kesim sonrası bıçak ve tahtanın yıkandığını söylemiş. İnfialin, sansasyonun ve derdin büyüklüğüne bakar mısınız? Doğranmış sebzelerin salatada kullanıldığı bilgisi teyit edilirse bir istifanın gelmesi işten bile değil. Herhalde hiçbirimiz de şaşırmayız böyle bir habere.

Bıçakla yapılan kesim ne kadar önemliyse, halkı farklı kesimlere bölmek daha önemlidir. Yapılacak işlem basittir; toplumu bölecek bir tartışma başlat(kendiliğinden başlasa daha iyi tabii), kendi taraftarlarını gaza getirecek açıklamalarda bulun, karşındaki herkesi hainlik ve teröristlikle suçla! Muhaliflerine iftira atmaktan çekinme, yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar fazla olur. Bu metotla yeni taraftarlar edinmek garanti olmasa da, mevcutların sadakati pekiştirilmiş olur.

Danimarka halkı olarak böyle toplum mühendisliklerine alışık olmayabilirler. Danimarkalı siyasetçilere acizane tavsiyem şu olacak: Bakteri üzerinden gelişen bu tartışmaları siyasi alana taşıyıp olayları büyüterek oylarını sağlama alabilirler. “Beka” temelli bir kutuplaşma başlatmak pekâlâ mümkün. Bakterinin insanları ve dolayısıyla ülkeyi yok edeceği riskini düşünüp bu ihtimalden korkanlar grubuna bir isim bulmak gerekirse “Bacteria”(bakteri) ve “terrified”(korkmuş, dehşete düşmüş) kelimelerini birleştirip “bacterrified” diyebiliriz. Bu gruba dahil olmayan herkesi de “bak teröriste!” manasında “bakterörist” diye isimlendirdik mi tamam. Çarpıştır grupları ve seyreyle gümbürtüyü...

Bizde de, varsa, yoksa havadan sudan meseleler... Neymiş efendim, altın madeninde meydana gelen göçük sonrası havaya ve suya siyanür karışmış olabilirmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Buna müsaade etmemiz mümkün değil. Kapı gibi ÇED raporu vermişiz oraya. “Madem ÇED raporu var, neden heyelan oldu?” diyorlar. Yahu, “ÇED’din deden, neslin baban” zamanında verilmiş raporun şimdiki heyelanla ne alakası var? Fırat kenarında ölü balıklar gördüğünü söyleyenler oldu. Nehrin ilk sabıkası değil ki bu, Fırat bunu hep yapıyor. Türküsü bile var:

“Şu Fırat’n suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem, akar serindir
Yarimi götürdü (anam) kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir”

Allah, siyanür meselesini Danimarka gibi tartışmaktan bizi korumuş, verilmiş sadakamız varmış...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bakteri-ve-siyanur_594502

Sessiz Gemi Seyircileri

Sessiz Gemi Seyircileri
İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Bir önceki yazımızda, ülkemizde gündemi meşgul eden konuların çeşitli saiklerle çok çabuk değiştiğinden bahsetmiştik. Siyasilerin kendi menfaatleri doğrultusunda yaptıkları müdahaleler, satış ve pazarlama odaklı faaliyetlerle bir tüketim toplumu oluşturmak isteyen mahfillerin kullan-at mantığına alıştırmak için sun’i gündemler icat etmesi ve ülke olarak kanun kaide tanımayan insanların skandal teşkil edecek faaliyetlerinin çokluğu gibi sebepler sıralanabilir.

Avrupa demokrasilerinde yılda bir, belki de iki-üç yılda bir görülebilecek bir skandal türüne memleketimizde gün aşırı rastlamak mümkün:

Bir kişiye özel olarak hazırlanan kanunlar, o kişi istenen mevkiye yerleştirildikten sonra aynı gün içinde değişebilir. İhale dağıtımlarında dönen fesatlar; adam kayırmalar, torpiller, dönen rüşvetler herkesin malumu.

Hayvanları koruma derneği başkanı horoz dövüştürürken görülebilir, Yeşilay’da yöneticilik yapan şahıs uyuşturucu ile yakalanabilir. Uluslararası Üniversiteler Konseyi başkanının yüksek tahsili olmadığı anlaşılabilir. Dahası, tahsili olup olmadığı da bilinemeyebilir, sorulduğunda da söylemeyebilir çünkü...

Bakanlık yapan biri, kendi şirketinden devlete fahiş fiyata dezenfektan satabilir, başka bir bakan bütün otelleri için vergi muafiyeti çıkarabilir. Kızılay’ın muhtaçlara dağıtmak üzere, kurban etlerinden hazırladığı konserveler, bir milletvekilinin otelinde görüntülenebilir. Kızılay, vergisi ödenmesin diye, hayırseverin birinden aldığı bağış adı altındaki parayı yurtdışına gönderip bu vergi kaçınımı işinden kendine küçük bir pay alabilir. Depremzedelere yardım malzemelerini ve kanları parayla satabilir.

Bir değil, iki değil; tam 128 milyar dolar para buharlaşabilir ve paranın akıbeti her sorulduğunda birbiriyle çelişen şeyler söylenip asla net bir cevap verilmeyebilir.

Mafyacılık, kaçakçılık ve dolandırıcılık gibi enva-i çeşit suçları işlemiş insanlar bir bakanla rahatça resim çektirebilir. Hâkim işini düzgün yapmadığından insanlar ihkak-ı hak eylemeye kalkışabilir, hekim ve hakem şiddete maruz kalabilir...

Sayarak bitiremeyiz, burada bırakalım. Şeffaflık, hesap verebilirlik prensiplerinin muntazam işlediği bir ülkede, devlete ait bir kredi kartından şahsi harcama yaptığı ortaya çıkan kişilerin istifa ettiğini duyarız. Çok daha büyük vakalarla çok daha sık karşılaşınca, onlara karşı gösterdiğimiz tepkiler de olması gerektiği gibi olmuyor maalesef. Yüksek sesle ve şiddetle kınıyoruz, kınamayanı dövüyoruz ve genelde kınanan kişilere de hiçbir şey olmuyor. Laf olsun diye, ala-yı vala ederek gözaltına alınsalar bile iki gün sonra sessizce salınıveriliyorlar.  “Gündemans” hastalığı sebebiyle ertesi gün, olan biteni hemen unutuyoruz. Bazen de tarafgirlik perdesi öyle kalın bir tabaka oluşturur ki, göz önünde olan biteni görmüyoruz bile.

Yahya Kemal Beyatlı’dan ilhâmen, duruma uygun olarak söyleyecek olursak:

“Haber almak günü geldi Metin Cihan’dan
İsrail'e giden gemiler kalkarmış bu limandan

Zalime yük taşımıyormuşçasına sessizce alır yol
Sallanmaz bu kalkışa bir pankart, ne de havaya kalkar bir kol

Sevkiyatı görenler bu nakliyattan elemli
Günlerce kara partiye bakar gözleri nemli

Biçare Filistinliler, ne size yardıma gelen gemidir bu
Ne de çelişkili ülkenin son gemisidir bu

Gazze'de kalanlar yardımı nafile bekler
Bilmez ki gemiler kendilerine yardıma gelmeyecekler

Bir çok oy veren memnun ki hallerinden
Çok gemiler gitti, dönen yok reisinden”

 Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sessiz-gemi-seyircileri_591971

 

 

Gündemans

Gündemans
Gündemans

Ekonomisi güçlü ve istikrarlı, hakkın hukukun muntazam işlediği, insan haklarına saygıda kusur edilmeyen, güvenlik problemi olmayan ve ortadan hallice bir demokrasiye sahip ülkelerde nerdeyse bir yılda oluşan gündem maddeleri ve onlara bağlı gelişen infiallerin toplamını bir kaç günde, bilemediniz bir haftada yaşayan nadir ülkelerden biriyiz.

Doksanlı yıllarda televizyonda yayınlanan “değiştir” isimli bir yarışma vardı. Sesine güvenen vatandaşlar eline mikrofonu alır ve şarkı-türkü söylemeye başlardı. Tam şarkının en güzel yerine gelmişken zıpır sunucu araya girer, “değiştir” diyerek keserdi.

İnternetin, mobil teknolojilerin ve sosyal medyanın atılım gösterdiği, pencereden, bacadan, ceplerden ve her türlü ekrandan fışkırarak zihinlere nüfuz ettiği şu günlerde, gündeme gelen bir konuyu daha layıkıyla tartışamadan, hop, bir bakıyoruz ki, web ve uygulama sunucuları “değiştir” tuşuna basarak yeni bir maddeyi devreye sokmuş. Değişim o kadar hızlı ki, gündem maddeleri birbiri ile konuşabiliyor olsa Cahit Sıtkı Tarancı usulü şöyle derdi herhalde:

“N'eylersin, unutulmak herkesin başında
Sosyal medyada bir göründün, bir daha adın bile anılmayacak
Bir TT(trend topic)'lik bir saltanatın olacak
Mezar taşı yazısı misali, Twitter mecralarında”

Muktedirlerin, vatandaşın asıl büyük meseleler hakkında düşünmemesini sağlamak için “kuşa bak kuşa” minvalinde sun’i gündem çalışmaları da eklendiğinde, günden güne değişen gündemde kimi konuların daha konuşulamadan güme gittiği, kimi hadiselerin ve kişilerin gölgelerinin boylarından büyük olduğu, kim kime dum duma bir ortam oluşuyor Platonik mağaramızda. Maruz kaldığı bombardıman sonucunda “gündem” güne eriyen toplumsal hafıza “gündemans” hastalığına tutuluyor.

Örneklerle görelim:

-Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu…

“Gündem Filistin arkadaşım."

-..bir moto kuryeye çarparak ölümüne sebep oldu ve hemen ülkeden kaçıp kayboldu...

“Gündem Filistin… Bakın, gündem Filistin… Tamam mı?”

-Tamam, Filistin için ne yaptınız?

“Neler yapmadık şu Filistin için, kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik”

-Siz nutuk çekmeye devam ededurun, İsrail’e gemilerimiz de gitmeye devam ediyor...

“Gemi seferlerini görüyorsunuz da futbol takımlarımızın Avrupa seferlerinde elde ettiği zaferleri neden görmüyorsunuz? Biraz da futbol konuşalım.

-Peki, Futbol Federasyonumuz tarafından Fair Play ödülü alan bir kulüp yöneticisinin maç sonunda yumruk ve tekmelerle saldırdığı hakem konusunda...

“Arkadaşım, sporda şiddetle mücadele ediyoruz. Aziz halkımızı da şiddetle mücadeleye davet ediyoruz. ‘Fairî’ yönüyle tanıdığımız bir arkadaşımızın böyle fevri davranmasını beklemiyorduk ama Fair sebeptir Play ise sonuçtur. TFF var, PFDK var, VAR var VAR, var oğlu var... Sana bana ne oluyor? Böyle olaylar bizi sarsamaz. Sarsmak demişken, deprem gibi sarsıcı ve gerçek tehlikeler varken futbol konuşmak da, ne bileyim... Şiddete şiddetle karşılık vermek olmaz, affetmek, bağışlamak lazım.”

-Deprem ve bağış dediniz, aklımıza geldi; 6 Şubat depreminin hemen akabinde “Türkiye Tek Yürek” isimli bir kampanya başlatılmış ve 115 milyar TL bağış sözü verilmişti. Aradan neredeyse bir yıla yakın zaman geçti ama hala toplanamayan 35 milyar lira var deniyor. Söz verdiği halde yardım yapmayanlar kimler, onlardan nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsunuz?

“Ezanlar susmaz, bu bayrak inmez! Ne yaparlarsa yapsınlar, bize diz çöktüremeyecekler!”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gundemans_591694

Gündem-i Pandemi


gündem-i pandemi

Bu hafta, kıyıda köşede kalmış ve fazla rağbet görmemiş bazı haberlerden bahsedeceğiz.
İlk haberimiz Çinlilerin uzaya fırlattığı bilinmeyen nesne ile ilgili olacak. Sputnik’in geçtiği haber tam olarak şöyle:

 “Çin’in yeniden kullanılabilen deneysel uzay aracının, geçtiğimiz günlerde Dünya yörüngesinde gerçekleştirdiği gizli misyon sırasında uzaya bilinmeyen bir nesne bıraktığı ileri sürüldü.

ABD’li uzmanlar, Çin uzay aracı Dünya etrafında iki tam tur atıp yörüngeden çıkmadan kısa süre önce bilinmeyen nesneyi fırlattığını tahmin etti.,

Çin’in nesneyle ilgili hiçbir bilgi açıklamadığı kaydedildi.” 

Önceki yıllarda duyurulan, Çin’in uzayda yerleştirmeyi düşündüğü yapay ay projesi ile ilgili bir şey olabilir mi acaba? Fa-Ruk Na-Fiz Çinlibel isimli bir şairleri olsa “Yağız roket kişnedi, meşin nesne fırladı” diyerek “Wuhan Duvarları” isimli bir şiir yazardı zannedersem. 

Wuhan demişken, ya Koronavirüs’le ilgili bir şeyse fırlattıkları? “Dünyayı yeterince hasta ettik, sıra uzayda” diyerek virüslü bir paket yollamış olamazlar mı? Belki de virüsü yok eden ilacı bulmuşlar ve “bir Allah’ın kulu nasiplenmesin” diyerek ilaçları uzaya göndermişlerdir, kim bilir...
 Gerçi, “pandemi grafiğin kara” nidalarıyla Çin’e yükleniyoruz ama bugünlerde onlar da cevaben “sizinki bizden WuhAnkara!” deseler, inanın verecek cevabımız yok. Gerçekten anlamakta zorlanıyorum, konut kredilerinde kolaylık sağladık, haftasonları yasaklar ilan ettik, daha ne yapalım? 

Ankara başta olmak üzere Anadolu’da çok fazla bulaşma vak’ası tespit edilmiş, pek çok yerde hastanelerde yer kalmamış. Çok şükür ki, birinci dalganın ikinci pik noktasındayız, ikinci dalgaya geçmedik daha. Dalgalar arası geçişler için gerekli ve yeterli şartlar nedir bilmiyorum ama süreç çok iyi yönetilmeye devam ediyor, şüpheniz olmasın. Koro ve nota gibi korona virüsünü hatırlatan terimleri sebebiyle olsa gerek, gece yarısından sonra müzik yayınını yasakladık, kolluk kuvvetlerimiz de kollara takılan maskelerin peşine düşüyor. Biraz daha beton ve asfalt projeleri geliştirebilirsek virüs meselesini halletmiş oluruz Allah’ın izniyle... Filyasyon işlerini enflasyonu hesaplayan ekip yönetse, ölü sayısında eksili rakamlara ulaşmamız işten bile olmazdı. Günlük skorları da “tiwittır” değil “Tüiktir” üzerinden paylaşır, düşman çatlatırdık. Ama işte, bütün suç bizim millette: iş-güç yok, dolaşıyorlar cafa cafe, hak getire sosyal mesafe!

KURU PASTA BİLE VERMEDİLER!

Madem Ankara’dan bahsettik, sıradaki haber de oradan gelsin: “Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’na bağlı Büro-İş Sendikası Genel Başkanı Alay Hamzaçebi, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan Türkiye Sigorta Tanıtım Toplantısı’na götürülen Hazine ve Maliye Bakanlığı personeline öğle yemeği verilmediğini söyledi. 

Türkiye Sigorta Tanıtım Töreni’ne katılımın kalabalık görünmesi için Saray’a götürülen personele gün boyu sadece su ikram edildi. Öğle yemeği verilmeyen personel saat 15.00’e kadar Saray’da bekletildi. Ne bir bisküvi, ne bir kuru pasta verildi. Saray’a götürülen personel aç kaldı. Sonrasında bazı personelin otobüsleri gelirken, bazılarının otobüsleri de gelmedi. Otobüsleri gelmeyen personel bir süre bekledikten sonra ücretlerini kendilerinin ödediği taksi ile Saray’dan dönebildi. Emekçilere verilen değer bu.” 

Pandeminin en şiddetli günlerinde, Ankara gibi hastanelerin dolup taştığı bir şehirde tören düzenlemek de ne bileyim... Hele de, kalabalık görünmeye çalışmak... Virüs bu kalabalığı beğenmiştir herhalde. Haberde geçtiği gibi sadece kalabalık yapmak için götürüldülerse, Hazine ve Maliye Bakanlığı personeli yerine, keşke bir cast ajansı ile anlaşıp adam ayarlasalardı. Zira bakanlık personelinin figüranlık yapılacak saatler boyunca uğraşacağı daha önemli işleri olabilirdi. Ne bileyim, paydaşlarla sinerji artırma teknikleri, bu ayı geçen aydan daha iyi yapma ve en kötüyü geride bırakma projeleri gibi...  Olmadı, “Hollywood setlerinde bile görülemeyecek güzel insanlar” tanıyan Trump’a sorsalar, o bile birilerini tavsiye ederdi. 

Neyse, bakanlık personeli gitmiş bulunmuş bir şekilde. Kalabalıklarda virüs tehlikesini bertaraf etmek için havaya çay atılır, Giresun’da gördük. Saray’ın şanına layık olacak şekilde beyaz çay fırlatılabilirdi en azından, o da yapılmadı. Ejder meyveli, sumutili, aloeveralı, starexli ve bırak görmeyi-içmeyi, adını söylemek veya okumaktan aciz olduğumuz bir sürü meşrubata ev sahipliği yapan bir mekanda, su haricinde hiçbir içecek ikramı yapılmadıysa, bu yürek burkan büyük bir dramdır! Hazine ve maliyecilerle anlaşamayan ve “içişleri” kontrol eden kişilerin işi olabilir, demedi demeyin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gundem-i-pandemi_527987

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: