Bu Blogda Ara

Arşiv

inşaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
inşaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ekono-mistik Düşünceler

 

Ekono-mistik Düşünceler

Yaptıkları her iş, zaman itibarıyla ya Cumhuriyet tarihinin, ya asrın veya bütün zamanların; coğrafi olarak da Avrupa’nın, Ortadoğu ve Balkanlar’ın ve belki de bütün dünyanın en büyük işi olan hükümetimiz, yine mega-süper bir proje ile karşımıza çıktı.

Yatay mimari ile inşa edilecek 500 bin konut, barınmadan ticarete, eğitimden sağlığa, kültürden adalete ülkenin bütün dertlerine deva olacak anladığımız kadarıyla. İnsanlar, yüksek yüksek kiraları eve vermesinler, bakın bakalım ne oluyor?

Kiralara gidecek olan paranın bir kısmı esnafa gider, ticaret canlanır. Ev sahibi-kiracı kavgaları biter, ödenmeyen kiralardan doğan hacizler sona erer, adliyeler ve kolluk kuvvetleri rahatlar. Biriken parayla gezmeye gidilir, kültürel faaliyetlere ağırlık verilir. Çocukların eğitimine daha çok para ayrılabilir, eğitimin kalitesi yükselir. Hepsi bir anda olmaz tabi, 20-30 yıl kadar beklemek gerekebilir. TOKİ taksitleri anca biter, o zamana kadar sabır... Desteği kesmememiz gerekiyor, ahirette soracaklar diyor, Bakan Kirişçi...

Yalnız, bu kadar ev yanyana inşa edilirse iyice Betoniye Cumhuriyeti’ne dönüşürüz diye bir endişem var. Yiyecek ekmek bulamayan insanlara “betonu ye” dememek için, bence yeni evleri helvadan yapsınlar, acıkma durumlarında daha kullanışlı olur gibi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’na, asgari ücret alanların nasıl ev sahibi olacağı sorulduğunda “eşten dosttan borç para alırlar, ek işlere bakarlar, fazla mesailere kalırlar, bir şekilde çıkarırlar parayı, biz de öyle yapıyoruz” manasında cevap vermiş. Yahu, koca bi ülkeyi böyle döndürmüyor muyuz zaten? Ekonomist Erdoğan, “Pek çok ülke gerekli desteği veriyor, onlardan gelen paralar Merkez Bankası rezervlerini güçlendiriyor” dedikten sonra, sana bana ne oluyor? Türküsü bile var:

“Nure SWAP yapıyor, Nure

Brüt rezervler taşıyor, Nure

Nure’nin ışıltılı gözü, Nure

Merkez rezervleri yakıyor, Nure

Nure Nure hey Nure, Nure...”

Aç kalmayız evelallah, yüksek tutulan kur sayesinde ihracat rekorları kırarız. Dünyanın en ucuz ülkesi olup bütün yatırımları çekeriz. Yabancı bir ülkeye gitmiş olan bakan Nebati “Ah buradakiler, gelseydiler orada da Türkiye'ye olan ilgiyi, alakayı, Türkiye'yle ilgili beklentileri bir görebilseydiler. Ah, Türkiye'nin gücünü burada olup da hissetmek istemeyenler, Türkiye'nin kalitesini, Türkiye'nin ortaya koyduğu performansı, gözlerini, kulaklarını kapatıp görmek istemeyenler bir an için orada bulunsalardı, nereden nereye geldiğimizi, ülkenin nasıl karşılandığını, bizzat şahit olarak hissetseler...” demişti.

Bu arada enflasyon yükselse bile zarar vermez. Biz zaten alışığız ki, başka ülkeleri titreten enflasyonun 20 katını çekiyor ve bana mısın demiyoruz. Bakın, ne güzel demiş Cumhurbaşkanımız “Enflasyon aşılamaz bir ekonomik tehlike değildir. Ben ekonomistim. Şu anda yüzde 8, yüzde 9 enflasyonun bile tehdit ettiği ülkeler var. Bizde yüzde 80 var. Biz şu anda 250 milyar dolar ihracatı yakalamış bir ülkeyiz. Benim ülkemde marketlerde raflar boş değil. Ama Amerika'da bile bugün raflar boş, Fransa'da raflar boş, Almanya'da raflar boş. Benim vatandaşım şu anda istediği her türlü ürünü marketlerde bulabiliyor.”

Geçen hafta Amerika parklarında dolaştı, dünya milletlerine ders verdi. Keşke, birkaç market dolaşıp alışveriş yapsaydı da, boş market raflarını ve yüksek fiyat etiketlerini görebilseydik...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekono-mistik-dusunceler_570395

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi Dersi

 

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

(Bugün, İmar-Ahit okullarında zorunlu olarak okutulan beton kültürü ve emlak bilgisi derslerinden birine misafir oluyoruz.)

Müderreis: Arkadaşlar, bugün sözlü sınavı yapacağım. 

Sınıf: Oooo.. (derin bir uğultu ve arkasından fısır fısır konuşmalar...)

Öğrencilerden biri: Hocam, keşke haberimiz olsaydı, çalışıp gelirdik...

Müderreis: İnşaat işi, sizin hazır olmanızı beklemez. Her zaman hazırlıklı olacaksınız, fırsat çıktı mı hemen başlayacaksınız. İlk dersimizin konusuydu, hatırlayın... O dersi anlayıp hazır olanlar bugün hiç sıkıntı yaşamayacak. Listeden seçiyorum, Salih... Kalk bakalım ayağa...

Salih: Buyrun hocam... 

Müderreis: İmar’ın şartı kaçtır?

Salih: Ihm... şey, beş diye hatırlıyorum. Beşli reçete diye de bilinir...

Müderreis: Say bakalım şartları o zaman...

Salih: Ehm, kem küm... Hatırlayamadım hocam.

Müderreis: Otur yerine, sıfır. Cengiz, sen say bakalım imarın şartlarını...

Cengiz: Hocam tuzaklı soru bu, imarın şartı olmaz. İmkân bulunan her yerde imara başlanır. 

Müderreis: Aferin, Cengiz sana bir vergi indirimi daha veriyorum.

Cengiz: Sağolun hocam...

Müderreis: Kim söyleyecek bakalım, emsâl değeri nasıl artırılır?

Hasan: Öncelikle “Tövbelediye” istiğfar edilir. İstiğfar işe yaramazsa istihsanda bulunulur. İstihsanını peşin alan belediye emsali arttırır. 

Müderreis: Aferin Hasan, yüz... Veli, oğlum sen de konut duasını oku...

Veli: “Allah’ım, hastalıkta-sağlıkta, depremde-yangında, varlıkta-darlıkta, müteahhitlerimizi parasız, projelerimizi kampanyasız bırakmayacak kadar toplu konut bahşeyle. Topraklarımıza beton, yollarımıza asfalt ihsan eyle! Projeleri daim, ihaleleri kaim eyle! Tarlalarımızı arsaya dönüştür, arsalarımızı parsa toplamaya vesile kıl yarabbi....”

Müderreis: Aferin, Veli... Babası ağa olan Ali de bize söylesin bakalım: Bir müteahhit nasıl imar eder?

Ali: Ruhsatla hocam. Ruhsat varsa onunla imar edilir, azimete hiç bakılmaz. 

Müderreis: Doğru. Peki, ze-kat mülkiyeti (zemin kat mülkiyeti) kimlere verilir?

Ali: Zemin katlar için ayrı bir mülkiyet kanunu yoktur. Diğer bütün katlarla aynı şekilde kat mülkiyeti alınır. 

Müderreis: Bravo, dersi iyi takip etmişsin. Ferit sen söyle; diyelim ki, Samanyolu Galaksisinde bir karadelik ortaya çıktı ve güneş sistemimiz de oraya doğru gidiyor. Ne yaparsın?

Ferit: Hocam, bütün malı mülkü satıp, parasını fakir fukaraya dağıtırım, tövbe istiğfar ederim.

Müderreis: Çabuk pes ettin Ferit... Bakalım, başka bir fikri olan var mı... Nihat, sen söyle, ne yaparsın?

Nihat: Hocam, öncelikle bir alçı yönetimi çalışması yürütür ve karadeliği ak delik haline getiririm. Renginin değişmesi büyük anlam taşır. Işık dahil her şeyin oradan geçeceğinin garantisini aldıktan sonra Andromeda Galaksisine geçiş için, “Kanal Samanyolu Çılgın Projesi” diye satarım. Kanun çıkarttırır, bütün uzay gemileri için mecburi güzergah olarak kullanılmasını sağlarım. Uzay ahalisinin önceden kullandığı solucan deliklerini Feza Hastanesi yapacağım diye bozar, ardından “Uzay Bahçesi”ne dönüştürürüm.

Müderreis: Mükemmel, sen aç kalmazsın. Arkadaşınızı örnek alın. Teşviiiik!

Sınıf: Allahuekber!!...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/beton-kulturu-ve-emlak-bilgisi-dersi_563817

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Dolar’ın ülkesinden çıkmak suretiyle dış dünyaya açılıp genişlediği ve gelişmekte olan ülkelere bol bol uğrayıp ucuz ucuz konakladığı yıllarda ülkemiz de bu nezaket ziyaretlerinden nasibini aldı.
Mevcut iktidarın inşaat ve emlâk işlerini iktisadi gelişmenin lokomotifi olarak gördüğü, diğer sektörlere nazaran çok daha fazla koruyup kolladığı herkesin malûmu. Bu şekilde gelen paralar ülkemizde betona ve lüks tüketime harcandı. Beton sektörünün önünü açmak için imar kanununda jet hızıyla değişiklikler yapıldı, tahrip edilmiş orman ve tarım alanlarının kullanıma açılması sağlandı. Teşvikler verildi, banka kredilerinde kolaylıklar sağlandı, vergi muafiyetleri tanındı, vergi borçları silindi. Büyük firmalar inşaat işleri ile uğraşmaya başladı, inşaatla uğraşanlar büyüdü.

İmar-Ahit Ofisleri

Kentsel dönüşüm yasası ile eski binalar bir bir yıkılıp yeniden inşa edilmeye başlandı, şehirler şantiyeye dönüştü. Belediyeler, imar planlarında inşa işlerini kolaylaştıracak şekilde değişiklikler yaparak hem gelir elde etti, hem de sektörün önünü açtı. Bazıları öyle abarttı ki, planlarda yer alan fay hattını bile taşıdı! Yol, metro gibi ulaşımı kolaylaştıracak altyapı çalışmaları plana dahil edildiği anda bir mevkinin değerinin bir anda patlama yapacağı bilinen bir şey ve çokça kullanıldı. Uzun vadeli ödeme imkânları ile elde edilmesi kolaylaştırılan ve sağlam bir yatırım aracı olarak görülen gayrımenkuller değerlerinin üstünde fiyatlanmaya başladı. Kısa zamanda büyük kârlar kazandıran inşaat, emlak ve taahhüt işleri, adeta “Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi” dersinin zorunlu olduğu “İmar-Ahit” ofislerinin her köşede açılarak mantar gibi çoğalmasına yol açtı.

Beton Kültürü ve Emlâk Bilgisi o kadar damarımıza yerleşti ki… Tarihi eser sayılan binaların restorasyonunda, bu dersin izlerinin en kaba örneklerini görmek mümkün. Sünger Bob’a benzetilen kale mi dersiniz, fayanslarla kaplanan tarihi hamamlar mı, otoparka çevrilen medreseler mi… Konya’da geçen haftalarda açılan piknik alanı beton ve asfalta boğuldu. Deprem toplanma alanlarına dev beton yığını olan AVM’ler yapıldı. 1453 adet hafriyat kamyonundan oluşan dev bir filo ile caddelerde gövde gösterileri yapıldı. Bir tabiat harikası olan Uzungöl çevresi tam bir betongöl haline getirildi. En son Ayder Yaylası’na da kentsel dönüşüm gideceği haberleri vardı. Fatih Camii, Mevlânâ Türbesi gibi yerlerin bahçelerindeki ağaçlar bile kesilip etrafları betona gömüldü.

İnsanoğlu var olduğu ve nüfus çoğaldığı müddetçe inşaat işleri tabiî ki var olacaktır. Fakat sadece inşaata dayalı büyüme planları yapmak ve bütün kaynakları bu alana tevcih etmek yanlış olur. Bir binayı bir defa inşa edersiniz ve uzun yıllar boyu kullanırsınız. Bu yüzden sürdürülebilirliği azdır. Hele ki arz-talep dengesi gözetilmezse balon oluşacağı ve yeterince şiştikten sonra bu balonun patlayacağı aşikârdır. Herhangi bir sebeple finansman problemleri başladığında da insanların ilk gözden çıkardığı şey gayrımenkullerdir. Cari açık, dış borçların çokluğu, yabancı yatırımcıların ülkeden kaçması gibi sebeplerle nakit sıkıntısı çektiğimiz bugünlerde en çok daralmanın hissedildiği sektör inşaat oldu. Durmadan yapılan satış kampanyaları, kamu bankaları eliyle verilen ucuz konut kredilerine rağmen eritilemeyen konut stokları bu konuda ciddi bir tehlikenin bizi beklediğini haber veriyor. Bazı inşaatçılar, konut kredisi oranlarının 8-9 puan düşürülerek aradaki farkın devlet tarafından karşılanmasını bile talep etti. KDV’nin oranlarını %26 yapıp okunuşunu “Kentsel Dönüşüm Vergisi” yaparlarsa hiç şaşırmayacağım.

Çözüm?

Para kaynaklarının bolca bulunduğu yıllarda, bu kaynakları katma değeri yüksek üretimler yapmakta kullanan ülkeler bugün bunun kaymağını yiyor. Zamanında yüksek teknoloji ürünlerine yatırım yapsaydık bugünümüz çok farklı olabilirdi. Eğitim sistemimizin problemleri ve beyin göçü gibi sebeplerle kalifiye insan kaynağı bulmakta zorlanıyoruz, uzun yıllar süren ve pahalı AR-GE çalışmaları gerekiyor. Şimdi sıfırdan başlayalım, biz de katma değeri yüksek ürünler ihraç edelim demek için geç kaldık gibi.

Yerli ve Millî Bir Yüksek Teknoloji Firması Olarak APPLE!

Bugün Apple firmasının piyasa değeri bizim gayrısafi millî gelirimizden fazla. Diyorum ki, Varlık Fonu’muzu kullanarak, enişteden, sağdan soldan borç-harç bulup bir şekilde Apple firmasını satın alalım, yerli ve millî bir yüksek teknoloji firmamız olsun. Zaten apple ürünlerinin isimleri neredeyse yerli ve millî, çoğu “Ay” ile başlıyor. Yanına yıldızı da biz koyarız, dünya ay-yıldızlı ürünlerle dolar Allah’ın izniyle. Mekintoş’u Tekintoş, Macbook’u Tekbook yaparız. iMac ürününü tersten okuduğunuzda cami olduğunu fark ettiniz mi? Bütün birikimlerimizi toplayıp tek varlığımız olan Apple’a yatırdığımız için Varlık Fonu’nun ismini de değiştirip Varlık Phone’u yapmamız gerekecek, olsun. Firma merkezini Konya’daki çok gizli uzay üssümüzün oraya taşırız. Hatta Konya ilimizin adını da bu vesileyle Silikonya yaparız. İşler iyi giderse, bir sonraki sene şaaak diye Google’ı alırız. Yetmedi mi, şaaak bir firma daha alırız, Microsoft! Ne dersiniz, iyi olmaz mı?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/beton-kulturu-ve-emlak-bilgisi_470079

Bizim Oğlan Bina'yı Okur, Döner Döner Bina'yı Okur


Bizim oğlan binayı okur döner döner binayı okur
Son yıllarda toplu tesis açılışları yapmak moda oldu. Öyle ki, bazen afişlerde sayıları yüzleri bulan dev tesisler için toplu açılış yapılacağı ve ekabirden kimselerin bu açılışlara katılacağı yazılıyor.
Tesislerin bizzat başına da gidilmiyor umumiyetle, hepsi için temsili bir kurdele kesiliyor. Bir kaç yıl önce Edirne’de bir yalak açılışı hatırlıyorum, kurdeleyi “tesisin” başında bizzat Edirne Valisi Dursun Ali Şahin kesmişti. Şehrin ileri gelenleri ve mülkî idarecilerinin tamamı katılmıştı açılışa. Hatta, protokol ekibinin yanyana sıralandığı zaman yalaktan daha uzun bir kuyruk oluşturduğuna dair espriler yapıldı o dönem.

Ekonomik büyümeyi tetikleyecek üretimi yapan, istihdam üreten tesislerin açıldığını pek duymuyoruz. Geçtiğimiz sene, Isparta’da açılan, siyah renkli şekerli sıvı üretim tesisi haricinde hatıra gelen büyük bir fabrika var mı? Varsa yoksa, hizmet binaları, dev alış veriş merkezleri ve rezidanslar gibi betona yapılan yatırımlar! Eğitim alanında ne geliştirdiniz diyorsun, binaları sayıyor. Sağlıkta devrim yaptık diye devasa şehir hastanelerinden bahsediyor.

Medrese usûlü Arapça öğrenimi iki temel kitapla başlar; ilkinin adı Emsile’dir, fiil çekimleri anlatılır. İkincisi de Bina’dır. Bu kitaplardan sonra daha karmaşık olan ve okuması zor kitaplar gelir. Bütün öğrenciler aynı anda eğitime başlasa da, her bir öğrenci sorumlu olduğu kitabı tam öğrenmeden bir sonrakine geçemez. Daha zor kitaplara geçip orada takılan öğrencilere hocaları der ki, “bu çocuk tekrar Bina’yı okusun”. Bazen de çeşitli sebeplerden eğitime ara vermek durumunda kalan öğrenciler tekrar başladıklarında en son kaldıkları yerden değil, ilk kitaptan başlarlar. Başladığı işte sebat edemediği için sürekli en baştan başlamak durumunda kalan, gidip gelip aynı yerde takılan kişiler için “bizim oğlan Bina’yı okur, döner döner Bina’yı okur” denmiştir.

Emsile okuduğunu zannettiğimiz zevat, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma gibi çeşitli usûlsüzlüklerin rahatlıkla döndüğü inşaat alanına girince “emsal değeri” belirlemeye başlarsa, azimeti terk edip “ruhsatla” amel etme, iman programları yerine imar planları ile uğraşma, kısaca “mücahitlikten müteahhitliğe” dönme riski ile karşı karşıya gelir. Beton işinde ustalaşınca adeta bir “Beetonvın” olup senfoni yazmaya başlayabilir. En meşhur senfonisini de bütün eleştirilere kulağını kapadığı ve adeta sağır kesildiği zaman icra eder her halde… Tarım alanları ve ormanlık arazileri birer birer imara açar, sahil şeritleri ve şehirlerin nefes alabileceği parkları rant uğruna peşkeş çeker, Allah korusun!

Geçtiğimiz haftalarda TBMM Başkanı İsmail Kahraman, “Bu zamana kadar en çok inşaat yapan başkan ben oldum” dedi. Kendi döneminde yapılan binaların gerekliliği konusu teknik bir meseledir ve muhtemelen belli zaruretlerden kaynaklanmıştır. Ancak meclisin ve vekillerin yetkilerinin azaltıldığı, bir yılı aşan süreler boyunca tutuklu olduğu halde iddianameleri hazırlanmamış durumda birçok insan olduğu, hak-hukuk ihlâllerinin ayyuka çıktığı, “suç işlemeseler bile idarî kararlarla” işten çıkarılan binlerce insanın olduğu bir dönemde vurgulanmaya değer bir konu muydu, bilemiyorum.

Keşke sayın başkan yaptıkları bina ile övünmek yerine KHK’lar ile işten çıkarılan, özel sektörde de iş bulması zorlaştırılan, ağaç kökü yiyerek hayatta kalmayı denemesi gerektiği söylenen ve bu sebeplerden yıkılmaya yüz tutmuş yuvaları kurtarmak adına Meclis’te hakkıyla görüşüp değerlendirdikleri ve anayasayla uyumsuz oldukları için iptal ettikleri KHK’ların sayısı ile övünseydi. Meclis araştırma komisyonlarının sayısı ve çalışmaları ile gurur duysaydı. Gece yarısı torbalarla geçirilen kanunlar yerine, dört başı mamur ve usûlüyle meclisten geçen kanunların çokluğu ile iftihar etseydi.

Millete “hadim” olan vekillerin bulunduğu meclis hadım edildikten sonra daha çok “bizim başkan binayı konuşur, döner döner binayı konuşur” deriz gibi geliyor bana…

Betonun Elli Grisi


Betonun Elli Grisi
Geçtiğimiz hafta Ege Denizi merkezli deprem yaşandı, etkileri Marmara bölgesindeki birçok ilde de hissedildi.
Artçıları kabilinden, irili ufaklı sallanmalar ise hâlâ devam ediyor gibi. Ramazan ayı hürmetine Rabbim, en hafif şekilde atlatmayı nasip etsin.

Uzmanlarının büyük bir deprem beklediği İstanbul buna ne kadar hazırlıklı? Meşhur 1999 Marmara Depremi sonrası inşaatlara çeki düzen verildi, ama denetimlerin düzgün yapılıp yapılmadığı hakkında kafalarda soru işaretleri mevcut. Özellikle sahile yakın yerlerdeki yapılanmalar ve durmadan ihdas edilen imar izinleri endişe veriyor. 99-2003 yılları arasında İstanbul’da bulunan 493 toplanma yerinin bugün itibarıyla 77’ye düşmüş olduğundan bahsediliyor. Betonun elli grisine sahip koca koca alış veriş ve iş merkezleri, rezidanslar dikilmiş durumda çoğu toplanma yerine. Allah muhafaza, muhtemel bir deprem sırasında 18 milyon nüfusa ulaşan şehirde bu alanlar kime yetecek? Karacaahmet ve Zincirlikuyu bu alanlar arasında mı bilmiyorum, ama “hepimizin gideceği yer” olması hasebiyle pek çok kişiyi toplayacak bu gidişle.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın hazırladığı ve birkaç yıldır televizyonlarda yayınlanan bir kamu spotunda tarım arazileri üzerine inşaat yapılmaması gerektiği vurgulanıyor. Bu spotun hedef kitlesi kim bilmiyorum, ama imar izinlerini veren kuruluşların bu uyarıyı dinlemediği belli. Zeytinlik alanlarını imara açmak için defalarca meclise getirilen ve sonuncusu da kamuoyundan gelen tepkiler üzerine çekilen teklif de bahsedilen kamu spotundan hiç haberi olmayanlar tarafından getirilmiş olmalı.

Artan nüfusla birlikte, ihtiyaç günden güne artsa bile tarım üretimimizde ciddî manada düşüş var. Zaman zaman fahiş bir şekilde fiyatı artan bir ürün olunca ne yapıyor şevketli devletlülerimiz, hemen arada spekülatörlerin olduğundan yakınıyor. Stokçuları te’dip etmek için de o üründe ithalatın yolunu açıyorlar. Haliyle, düşük marjlarla çalışan küçük üretici havlu atıyor ve zarar etmemek için üretimi bırakıyor. Bakanlarımız da pazarlardan “gonuşmadan geçince” vatandaş derdini kime anlatacağını şaşırıyor. Yakın zamana kadar kendi kendine yetme özelliği ile övünen ülke, saman dahil pek çok temel üründe dışa bağımlı hale geliyor. Tarım arazileri boşa çıkınca bu sefer de “ziyan olmasın bari” deyip imara açılıyor.

Ülkenin lokomotifi gözüyle bakılan grisiyle meşhur beton sektörü, tek başına koca ülkeyi sırtlayıp götürmeye yetmiyor. Sonuçta maliyetleri yüksek girdileri var ve bir inşaat bir defa yapılıp uzun seneler kullanılıyor. En iddialı olduğumuz alan olan betonda bile mega projelerimizi İtalyan, Japon ve Koreli firmalara yaptırıyoruz, bu da başka bir handikapımız. Yabancı yatırımcılardan gelen sıcak parayı katma değeri yüksek üretimde ve ihracatta kullanan Güney Kore gibi ülkeler sıçrama gösterirken, biz lüks tüketimde kullandık ve betona gömmeye çalışıyoruz. Sonuçta bankalara ve finans kurumlarına borcu gittikçe kabaran bir toplumumuz oldu. Vel ”Hans”ılı, “hey George, versene borç!” diyerek yürütmeye çalışıyoruz işleri, ama Hans ile George’un bizi koruyamayacağını da biliyoruz.

Hafriyat kamyonlarını harıl harıl çalıştırıp inşa ettiğimiz siteler kadar, “harfiyat” üzerine kurulu kodlarla çalışan yazılım dünyasına gerekli kolaylıklar sağlanmış olsaydı, küresel çapta ses ve döviz getiren web siteleri ve mobil uygulamalarımız olabilirdi. Belki de, zamanında gemileri karadan yürütmekle ezber bozan Fatih’in torunları olarak, fethin yıl dönümünü karadan gitmesiyle bilinen 1453 adet kamyonu yine karadan geçirmekle gövde gösterisi yapılmış olmayacağını anlardık.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/betonun-elli-grisi_435666

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: