Bu Blogda Ara

Arşiv

istismar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istismar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Seçim Üzerine...

Seçim üzerine
İbrahim Özdabak Karikatürü


“Biz, dindar insanların bütün selametini ve refahını, dine hizmet eden ve kendi de dindar olan insanlara oy vermekte buluyoruz, bize karışma!”

İnsanların takva derecesini Allah bilir. Kalplerini biz bilemeyiz, sadece muttali olabildiğimiz hareketlerini değerlendirebiliriz. Bulundukları mevkilerdeki görevlerini muntazaman yerine getirebilmek için dindar olmaları şart değildir. Dine ilişmemeleri din ve dindarlar için yeterlidir. 2020 yılında yapılan İslamîlik endeksine göre İslam’a en uygun yaşayan ülkeler sıralamasında Türkiye 100. sırada çıkmış. Dine nasıl hizmet edilmiş acaba?

“Kamuda başörtüsü problemi kalmadı. Faizi indirdiler, Ayasofya’yı açtılar, İmam-Hatip okulları çoğaldı, yeni ve güzel camiler inşa ettiler, yöneticilerimiz çok güzel Kur’an okuyorlar...”

Zahiren görünen, reklamını yaptıkları işlerle hakikatte olan biteni karşılaştırmak lazım. Gelişmiş ülkelerde dini inancı ne olursa olsun herkesin inandığı şekilde giyinmesini güvence altına alan düzenlemeler mevcut. Hâlihazırda bizdeki uygulama, sadece şu anda ilişilmiyor oluşudur. Yönetime gelen hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve kaldıramayacağı bir inanç hürriyeti teminatı oluşturmak çok mu zor?

Bankalara borç verirken düşük faiz uygulamaya başladılar, doğru ama ticari hayatta uygulanan bütün faizler yükseldi. Her fırsatta vatandaşları faiz ile borçlanmaya çağırıyorlar. Bankalara kredi ve kredi kartı borcu olmayan vatandaş kalmadı gibi. Dolar kurunu yükseltmemek için, parası olan insanlara devlet eliyle faiz verildi, hem de fakir halkın sırtından alınan vergilerle. Bunun adı da faizle mücadele, öyle mi?

VİP girişleri olan lüks ve şatafatlı camilerle İmam-Hatip’ler açılıyor ama ateist ve deistlerin sayısı tarihte hiç olmadığı kadar arttı. İnşaatından birilerinin kazançlı çıktığı ve içine siyaset sokulan ihtişamlı binalar hizmet etmeye yetmiyor demek ki.

İslam’a hizmet edilmişse, İslami değerlerin yükselmiş olması gerekmez miydi? Nerede toplumsal huzur, barış, refah ve bereket? İslam, selamette olmaktır. Kendimizi güvende hissedebiliyor muyuz? Çeteler, mafyalar sokaklarda cirit atıyor. Yerlileri yetmiyormuş gibi enva-i çeşit uluslararası mafya, güpegündüz AVM’lerde birbirleri ile hesaplaşır oldu. Dolandırıcılar, kara para aklayıcıları, uyuşturucu tacirleri elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Otellere, restoranlara, liman işletmelerine çöken çökene...

Üretim, yatırım ve ticaret erbabı sürekli diken üstünde; haraç için kapısını kim çalacak endişesi, rüşvet vermeden işlerini yürütememe, tanıdık ve torpil olmadan büyük işler alamama gibi dertleri var. Her an, yeni bir vergi düzenlemesi getiren bir kanun çıkması muhtemel. İhracattan kazandığınız parayı 6 ay içinde yurtiçine taşıyın dendi, yetmedi, onun en az %25’ini TL’ye çevirmek zorundasınız dendi, o da yetmedi o oranı %40’a çıkardılar. Sermaye hareketlerini kısıtlayacak hangi düzenlemenin getirileceğinin kestirilemediği bir ortamda nasıl güvenli bir ticaret yapılır? Yurtdışından yatırım için kim parasını getirip emanet eder? Üstelik başı sıkıştığında hükümet, istediği bir esnaf/tüccar grubunu günah keçisi olarak belirleyip, ekonomideki bütün krizlerin sebebi olarak ilan edebiliyor.

İnsanlar, gösteri ve yürüyüş gibi kanunlarla teminat altına alınmış haklarını kullanamadıkları gibi, konuşmaya bile korkar oldu. Nemelâzım, başıma bir şey gelmesin diyerek kendi kendilerine sansür uyguluyor. İddianamesi bile yazılmadan yıllarca hapiste tutulanlar var. İltisak diye bir şey tutturmuşlar, lahmacun siparişini getiren kurye ile telefon görüşmenizden terörle iltisaklı hale gelebilirsiniz. Cep telefonunun bir terör zanlısıyla (suçlusu olduğu ispat edilmese de olur) aynı baz istasyonundan sinyal almasını bile iltisak sayan zihniyet, herkesi terörist ilan edebilir. AİHM ve AYM kararları hiçe sayılabiliyor.

Geçenlerde arkadaşlarla 12 Angry Men/12 Öfkeli Adam filminden bahsediyorduk. Türkiye mahkemelerinde jüri sistemi olsa nasıl işlerdi diye sorulunca “Tek Öfkeli Adam” filmi olurdu dedim. Tek öfkeli adam, davaların hem jürisi, hem avukatı, hem savcısı, hem de hâkimi olabiliyor çünkü. “Onu öyle bırakmam” dediği insanlar anında tutuklanıyor.

Ekonominin halini anlatmaya gerek yok, parası bizden 20-25 kat fazla değerli olan AB ülkelerinde bile gıda fiyatları döviz bazında bizden daha düşük. Bütün dünyada fiyatlar düşerken bizde yükseliş hız kesmiyor. Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, 29 Nisan 2023 tarihli yazısında fiyat karşılaştırmalarını fişleriyle birlikte gösterdi. Ev, araba almak orta gelir grubu için uzak bir hayal oldu.

Kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen ihaleleri maliyetinin çok çok üzerinde ücretlerle yandaşlarına peşkeş çektiler. 25-30 yıl boyunca aratarak gidecek garanti ödemeleri ile geleceğimizi ipotek altına aldılar. Liyakatsiz atamalarla devlet kurumlarını yakınlarının çiftliği haline getirdiler, beşer altışar ballı maaş dağıtıyorlar.

“Siyaset böyledir, başkaları gelse de aynı şeyi yapmayacak mı? Hem, dava için yapılıyor her şey...”

Bu nasıl bir davadır ki, uğrunda insanların hürriyeti göz göre göre kısıtlanıyor, keyfi muamelelerle tutuklanıyorlar? Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, kul hakkı yeme gibi İslam’ın yasakladığı işler dava için mi vaka-yı adiye haline gelmiş? 20 yılda nüfuz etmedikleri ve kendi adamlarını yerleştirmedikleri hangi kurum ve mevki kalmış, sözlerinin üzerine kim söz söyleyebiliyor? Dava diyerek türlü gayrimeşru işlerine uydurdukları kılıf, hangi noktaya gelince duracak?

Kendilerinden olmayan herkese karşı kullandıkları nefret dolu dil, her daim takındıkları kibirli, üstenci ve düşmanca tavırla mı dava yürütüyorlar? Firavun’a karşı bile yumuşak dille konuşulması gerektiğini söyleyen Kur’an’a ne kadar uygun bu metot? Karşılarındaki insanlar mı Firavun’dan daha kötü, kendileri mi Hz. Musa’dan daha yüksek?

Dindar insanlara hitaben söyledikleri “Biz yoksak siz de olmazsınız” sözü, kendi yerini sağlamlaştırma çalışmasından başka bir şey değil. Ekonomiden şikayet edenlere, ezanlar susmaz deniliyor. Nerede adalet diye sorulunca, bayrak inmez cevabı geliyor. Hangi konuda sıkışsalar, mevzuyu dinî bir hükme bağlayıp sıyrılma peşindeler. Dinî hükmü duyan nasıl olsa itiraz edemeyecek, eden de din düşmanı diye adlandırılacak. Kavga eden çocukların, kendini korumak için Kur’an cüzünü siper etmesi gibi. Cüze hürmet gösteren, kavga sırasında cüzün zarar görmemesi için onu güvenli bir yere koyar, gelecek darbelere hedef olsun diye elinde tutmaz.

Başkalarıyla aynı şeyleri yapıyorlarsa neden bunları seçelim? Din adına hareket ettiklerini söyledikleri için bazı insanlar onları sorgulamayı dine karşı gelmek diye tefsir edebiliyor. Reisleri ne yaparsa yapsın, vardır bir bildiği denilip baş tacı ediliyor. Bu adamlar Allah tarafından görevlendirilmiş değil. Dinin sahibi ve tek temsilcisi değil. İbadetleri kendileri ile Allah arasında, bilemez ve karışamayız. Görünen o ki pek çok hareketleriyle insanları dinden ve dindarlardan soğuttular. Söyledikleri yalanları sıralansa kitap çıkar ortaya. Kendilerine emanet edilen milletin parasını çarçur ederek o emanete hıyanet ettiler. Söz verip de yapmadıkları işlerin haddi hesabı yok. Dini ilimlere vukufiyetlerine dair bir emare görünmediği gibi, dünya işlerini dahi bilmedikleri, memleketi getirdikleri durumdan belli.

“Tamam, kusurları noksanları olabilir ama onları seçmeyeceğiz de kimi seçeceğiz?”

Soru yanlış, seçimini yapacağımız şey kişi değil, aslında sistemdir. Fiili olarak Meclis’in ortadan kaldırıldığı, anayasa hükümlerinin açıkça çiğnendiği, HSK yapısı değiştirilerek hukukun emirber hükümet neferi olduğu, bakanların bırakın itiraz etmeyi, istifa bile edemediği, birinin ağzından çıkan her sözün kanun gibi işletildiği, büyüğünden küçüğüne bütün kurumlardaki her atamayı bir kişinin yaptığı sistemi mi seçeceğiz? Sandığı otokratik yönetimlerini meşrulaştırma aparatı olarak gören, bütün güç ve yetkileri bir kişinin eline veren, dünyada emsali olmayan ucube sistemle mi devam edeceğiz?

Ben şahsen, kuvvetler ayrılığının uygulandığı, denge ve fren mekanizmalarına sahip, farklılıkları düşmanlık sebebi değil, demokratik sistemin cilvesi ve bir zenginlik olarak gören, başta muhalefet partileri olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, meslek odaları ve fikir toplulukları gibi demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurları ile meşveret ederek hareket eden bir sistemin hayata geçmesi için oy vermeyi düşünüyorum. Size de tavsiye ederim...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/secim-uzerine-1_581733

https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/secim-uzerine-2_581781

 

 

Siyasete Endeksli Hayat

 

Siyasete Endeksli Hayat
İbrahim Özdabak Karikatürü

Seçime yaklaştığımız şu günlerde, siyasetin hayatın her alanına nasıl nüfuz ettiğini daha iyi hissediyoruz. Gündelik hayatımızın en küçük meselelerinde dahi, siyasi tarafgirlikler tezahür ediyor. Yakın akrabası, kırk yıllık dostu olsa bile siyaseten hasmı olan kişi ile kanlı bıçaklı olan, irtibatı kesenler oluyor.

Partizanlık her devirde vardı ancak bu kadar keskin ayrışmayı hayatımda görmedim. Eskiden, insanların temayülleri farklı olsa da medenice tartışılır, çoğunlukla tartışmaların sonunda birlikte gülünür ve geçilirdi. Rakip siyasiler çeşitli ortamlarda bir araya gelir, birbirlerine eğlenceli ve zekice sataşmalarda bulunurlardı. Öyle, kağıttan-prompterden yararlanarak konuşmazlardı. Hazırcevap adamların nüktedan çıkışları karikatürlere konu olurdu.

Şimdi, havadan sudan bahsederken biri “bu sene de hiç kış gelmedi, hep kurak geçti” dese, beriki cevap yetiştirir “falanca zihniyeti yüzünden bereket kesildi” diye. Pazar fiyatlarından şikayet edilmeyegörsün, hemen fiyat artışlarının sun’i olduğunu, gözü doymaz aracıların milleti kazıkladığını ve asıl dertlerinin de hükümeti zor durumda bırakmak olduğunu başka biri çıkar söyler.

O güne kadar adı sanı duyulmamış bir futbol takımı, hükümetten zevatın açık desteklerine mazhar olunca bir bakıyorsunuz şampiyon oluyor veya zirveye yakın bir yerde ligi bitiriyor. FalancaSpor iktidarın takımı, FilancaSpor taraftarları muhalif diye spor müsabakaları bile siyasi çekişme gölgesinde yorumlanır oldu. Bazı futbolcuların siyasi taraftarlıklarını açıktan sergiledikleri videolar da tuz biber ekiyor bu yaraya.

Şarkıcı, oyuncu, müzisyen gibi meşhur insanların gazetelere verdikleri demeçler, sosyal medya paylaşımlarında siyasi polemik aranıyor. Ağaçlar kesilmesin diye tweet atsa bir meşhur, anında yakasına yapışıyorlar “Asıl meselenin ağaç olmadığını bilmediğimizi mi sanıyorsun?”, “Büyük projelere karşı çıkan hain, terörist!” diyerek linçe başlıyorlar. Aynı kişi, bir devlet kurumuna teşekkür ettiğini söylediği anda öteki mahalle bu sefer başlıyor: “Vay dönek, kaç para verdiler sana?”, “Sarayda konserlere seni mi çağıracaklar, hayırdır ne bu güzelleme?”

Bu raddeye nasıl geldik?

En başta mukaddes değerler, bir zümrenin tekelindeymiş gibi davranıp istismara başladılar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi din düşmanı, hain, terörist ilan ederlerse ne olur? Birileri çıkıp onlara oy vermenin farz olduğunu, verilen oyların sırat köprüsünde berat olacağını söyler, öteki karşı tarafa oy verenlerin cehennemde yanacağını...

Devlet kurumları günlük siyasetin neferi gibi davrandı. Camilerde yapılan mitingler, hükümet politikaları ile uyumlu siyasi hutbeler insanları camiden soğuttu. Depremde ilk yardıma koşan insanlar durduruldu, yapılacak bir iş varsa devlet yapar denildi. Kurtarma şovları esnasında şikayet edenleri nankörlük ve hıyanetle suçladılar. Asıl görevi yardım dağıtmak olan kurumlar parasıyla malzeme ve hizmet sattı.

Ölü sayısı, işsiz sayısı, enflasyon gibi açıklanan resmi rakamlara insanlar artık hiç inanmaz oldu. Muhalefet tarafının miting yapacağı şehir için AFAD, bir gün öncesinde şiddetli yağış ve fırtına uyarısı yaptı. YSK, daha önce hiçbir seçimde uygulamadığı ve kanunda olmayan bir konuyu seçim günü öğleden sonra duyurdu, mühürsüz pusulalar da geçerli sayıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye seçiminde bir zarftan çıkan dört pusuladan sadece biri iptal edildi, seçim tekrar edildi.

İyi ve güzel olan ne varsa, öyle sahiplendiler ve bu sahiplenmeyi öyle abarttılar ki, kendilerini eleştiren herkes o güzel şeylere de karşıymış gibi davrandılar. TOGG mesela... Başarılı ve güzel bir proje olabilir. Ancak eksik ve gediklerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Dünyaya meydan okuyoruz, bütün otomotiv devleri kıskanıyor diye şişirmek başta o projeye zarar verir. Bu atılım ne kadar iktisadidir diye tartışmayalım mı? Bu projede kullanılıyor olup başka hiçbir marka ve modelin sahip olmadığı bir özelliği yoksa nasıl dünyayı titretebilir? Yaygın kullanılabilmesi için gerekli altyapı, servis ağı, şarj istasyonları hazır mı? İnsanımızın alım gücüne ne kadar yakın? Bunlar konuşulmasın mı?

Velhasıl, büyük sevinçler ve güzel projeler kadar emsali görülmemiş musibetler dahi milletimizi bir araya getiremez olduysa, bu tablonun oluşmasına sebep olanlar oturup düşünmelidir.

Otobüs hizmeti veren, çöpleri toplayan belediye seçimlerinde devletin bekası tehlikeye girmez. Bir partiye oy vermek veya vermemek sizi dinden çıkarmaz. Seçilecek olan insanlar Allah’ın veya İslam’ın temsilcisi değildir. Dünveyi bir kurum olan devlet mekanizmasını çalıştıracak fanilerdir. Bu işi yaparken rüşvetler, yolsuzluklar, adam kayırmalar, talanlar gibi pek çok haksız kazançlara bulaşacakları gibi, iş bilmezlik veya kötü niyetle türlü türlü hak gaspları ve adaletsizlikere de sebep olabilirler. Devlet yönetirken sorumlu davranabilecek, şeffaf ve hesap verebilir olacak, insan hak hürriyetlerine saygılı kişileri seçmek istiyoruz.

Bu meseleler yüzünden kalp kırmaya değmez, önümüz bayram... Mümkünse dost ortamlarında bu konulara girmemek en iyisi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/siyasete-endeksli-hayat_580852

Şükr-ist'ler...

 



Şükür, en basit anlamıyla, bütün nimetleri verene karşı yapılan teşekkürdür. Öncelikle her şeyi vereni düşünüp Ona minnettar olmak şükrün bir parçasıdır. Diğer bir parçası dil ile hamd sözlerini zikretmektir. Üçüncü bir tezahürü de ibadet etmek suretiyle şükrünü fiilen göstermektir. İbadetlerin en mühim olanlarından olan namaz, Fatiha Suresi ile başlar ve onun ilk ayeti “El-hamdu lillahi Rabbi’l-Âlemîn”dir.

El-hamd kelimesinin anlamından bahsederken Bediüzzaman, “…en kısa mânâsı, ilm-i nahiv ve beyan kaidelerinin iktiza ettiği şudur:

‘Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda ki, Allah denilir’” ifadelerini kullanır.

Bunun anlamı, her nerede ve ne zaman, kimden gelirse gelsin ve kime yapılmış olursa olsun, hamd ve medihlere Allah lâyıktır, o hamd ve medihler Cenab-ı Hakk’a aittir.

Buradan anlıyoruz ki, insanlar bilerek veya bilmeyerek farklı kişi, kurum veya nesnelere hamd etse de o hamdlerin adresi bellidir. Kendisine vâsıl olan nimetler için insanlara veya başka vesilelere teşekkür etmek ile o nimetlerin hakikî sahibini bilip ona şükretmek farklı şeylerdir. Aracılık edenlere gerektiğinde teşekkür edilebilir.

Müslüman, her hâl için Allah’a şükreder. Sadece nimetlere eriştiğinde değil, başına gelen musibetlerde de Allah’a sığınır ve şükreder. Belâ ve musibetin daha büyüğünden kendisini sakındırdığı için şükreder, o musibeti dünyada yaşayıp ahirete müteallik, ödenecek muhtemel bir hesaptan kurtulduğuna şükreder…

Şükür ve tevekkül gibi kavramların, zaman zaman sorumluluktan ve çabalamaktan kaçınmak isteyen tembel ruhlar tarafından yanlış anlaşıldığını veya suistimal edilip kullanıldığını görebiliriz. İmtihan gereği, bir haksızlığa uğrayıp tokat yiyen bir insanın, “Şükrediyorum” diyerek başka bir tokat atmayı aklından geçirmeyen adama öteki yüzünü de çevirip orayı da tokatlamasını istemesinin şükürle bir ilgisi olmasa gerek. Aynı şekilde, haksızca birini tokatlayan kişinin, tokat yiyenden kendisine karşılık vermemesini ve şükretmesini istemesi de şükür pratikleri ile uyumlu olmaz.

Başa gelen felâket ve musibetlerde, mutlak ve küllî irade Allah’a ait olduğundan ona isyan edilmez, şükredilir. Bildiğimiz veya bilmediğimiz pek çok hata ve günahımızın karşılığı olabilir, ahirette çekmektense dünyada aradan çıkaran kişi kârda olur. Günahı/hatası olmayan peygamberler de dünyada sıkıntılı hâller yaşamışlardır. İmtihan dünyasının cilvelerindendir ve ahirette onun karşılığını çok fazlasıyla alacaklarına itimadımız tamdır. Can ve aklımızı her türlü belâ, hastalık ve musibete karşı elimizden geldiği kadar korumak vazifemizdir, tedbirimizi alır ve gelen tehlikeden etkilenmemeye çalışırız. Şekvalarımızı Allah’a iletebiliriz. Musibetin kendisini, bizi zarara sokan kişiyi Allah’a şikâyet edebiliriz.

Son zamanlarda iyi giden işlerde, iyiliğin sebebini kendisinden bilen ve bütün olumlu sonuçları sahiplenen ama kötüye giden işlerde suçu kadere, kısmete yıkan, musibetlerin Allah’tan geldiğine işaret eden kişileri görebiliyoruz. Bazı patronlar, siyasîler, idareciler, işler iyi giderken çalışanlarına “Sizi oraya biz getirdik, biz olmazsak siz de olamazdınız” derken, durumlar kötüleştiğinde insanları şükre davet ediyorlar. Tamam, bu bir musibetse, bu musibetin gelmesinde sizin kötü yönetiminizi ve aldığınız yanlış kararları sorgulamayalım mı? Siz kendi sorumluluklarınızın hesabını verin, biz şükrümüzü Allah’a yine edelim.

Bir işverene düşen, çalışanlarının hakkını ödemektir. “İhtiyacınızdan fazlasını infak etmeniz dinen daha münasiptir, biz de size sadece ölmeyecek kadar ücret ödeyelim” diyemez. İşçinin emeğinin karşılığı neyse onu verir, isteyen işçi onu infak edebilir. Yemeklerin kötü çıktığından şikâyet eden ve yiyemedikleri için aç kaldığını söyleyen öğrencilere, yurt idarecisi “Midenizin tamamını doldurmamak sünnettir, dolu mide sağlığa da zararlıdır” deyip işin içinden çıkamaz. Yurt yönetiminin görevi, düzgün yemek çıkarmaktır. Az veya çok yemek kişilerin kararıdır.

Kendisinden öncekilerin başlattığı sıkı ekonomik politikaların meyve vermeye başladığı zamanlarda yönetimi devralan, ucuz ve bol paranın dünyanın her yerini ihya ettiği küresel ekonomik ılık rüzgârı arkasına alırken, “Biz yaptık” diye övünen, herkesin refah seviyesini yükseltmekle övünen siyasî ve idareciler, rüzgâr hız kesip yer yer durduğu ve ekonomi irtifa kaybettiği anda insanları Allah’a yönlendiriyorlar.

Bolluk zamanında geleceği düşünüp akıllı yatırımlar yapılsa, kaynakların kullanımında israf ve suistimaller olmasa, hakkaniyetli ve adaletli davranılsa hiç darboğazlara girilmeyecekti. Bizim şükrümüz onlara karşı değil ve onlarla alâkalı da değil. Allah’a karşı olan vazifemize karışmayı bırakıp kendi vazifelerini neden yapmadıklarının hesabını verseler ne iyi olurdu!..

Bir de, siyasîlerin dümen suyuna giden meşhurların “Gerekirse soğan yeriz, simit neyimize yetmiyor, biraz aç kalsak ölmeyiz” minvalindeki açıklamaları millet tarafından pek hoş karşılanmıyor, onu söyleyeyim… Çok büyük ihtimalle, hayatının hiçbir döneminde o edebiyatını yaptıkları soğan ve simitle beslenme zorunluluğu yaşamayacak kişilerin bu beyanları, milletle alay etme gibi algılanıyor.

Hamd ve şükre düşkünlüklerinden değil de, insanların hassasiyetlerini kullanarak kendi kusur ve sorumluluklarını üzerinden atmak için insanları şükre davet eden şükür istismarcılarına kısaca “şükr-ist” denir. Evet, Rabbimiz bizden şükür ister ama şükr-ist’lerin istediği gibi değil…

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2022/02/sukr-istler/

Siyah İncil’i kap Trump!


Siyah İncil'i kap Trump

Şu sıralar ABD kaynıyor: Bütün dünyayı sarsan Sars Cov 2 (daha çok bilinen adıyla Corona) virüsü ekonomiyi titretmiş, işsizlik rakamları tırmanmış, insanların psikolojileri bozulmuş ve sosyal patlamanın eşiğine gelmişken, ırkçı polislerin uyguladığı şiddet bardağı taşıran son damla oldu. George Floyd ismindeki siyahi bir vatandaş, polisin boğazına dizini bastırması ve uzun süre tutması sonucunda hayatını kaybetti. Sokaklar karıştı, protesto eylemleri Beyaz Saray önüne kadar ulaştı.

Devletler, vatandaşlarıyla olan sosyal mesanesine-afedersiniz, mesafesine- dikkat etmezse bunun idrari-afedersiniz, idari- birtakım dışavurumları olabilir. Ayrımcılık, ırkçılık, kibir, güç zehirlenmesi veya başka bir saikle, elinde silahı-copu olan memurlar, idari görevlerini yerine getirirken yetkilerini suistimal edip vatandaşa doğru kafavurumları yapabilir mesela. Suistimal demişken tazyikli su istimal ettikleri de vakidir. Bunun yanında, vatandaşı susuz sabunsuz dövmeler de görülebilir. Tarihi boyunca siyahi insanların, kızılderililerin, hispaniklerin ezildiği, insanlık dışı muamelelerle karşılaştığı, hatta yer yer soykırım teşebbüslerine maruz kaldığı bir ülkede böyle olaylar yeni değil tabii. Yaşanmış ve filmlere konu olmuş çok acılar var. 

Sene sonunda yapılacak olan başkanlık seçimi de eklenince, sosyal olaylar ve onlara müdahale biçimi siyasetin doğrudan aracı haline geliyor. Trump, dünyanın başka yerlerinde kendisine benzer profildeki siyasetçilerin yaptığını yapıp öncelikle kutuplaştırma ve eylemcileri terörist ilan etme yoluna gitti. Karşısında duran herkesi tehdit etmekten geri durmadı. Olayların arkasında dış güçlerin olduğunu iddia etti. Kilise önünde elinde İncil’le poz verdi. Tabii, medyanın tamamını hakimiyeti altına alıp tek sesli yayın yapmasına muvaffak olamadığı için onu eleştiren gazeteciler, sivil toplum kuruluşları oldu. Evanjelikler haricindeki dini grupları kendisine biat ettirmediğinden olsa gerek, kendisini din istismarı yaptığı için uyaran din adamları çıktı. 

Bundan Sonra Trump Ne Yapmalı?

Düşmanlarını tahrik etmek suretiyle kanuni olmayan alana çekmek ve onları haksız çıkarmakla başlayabilir. Mesela polis müdahalelerindeki orantısız güç kullanımının dozunu artırabilir. “Kabateksas görüntüleri elimizde, Pazar günü ayin sonrası görüntüleri vereceğiz” diyebilir. “Kiliseye ayakkabı ile girdiler, orada şarap içtiler” diyebilir ama tavsiye etmem, kimseyi etkilemez çünkü(bilmeyenler için not: kiliseler ayakkabı ile girilebilen mekanlardır ve oralarda şarap da olur). Yandaş gazetelerde yazan bütün yazarlara talimat gönderip hepsinin aynı başlıklı makale yazmasını isteyebilir. Başlık şöyle olacak: “Renginiz kara, vicdanınız taş!”

“Dirilişington” ve “Payitaht Abraham” isimli dizilerin çekimlerine vakit geçirmeden başlamalıdır. Dirilişington, Diriliş Washington’un kısaltması olup bu dizide ABD kurucu başkanı George Washington’un ABD’nin bağımsız bir ülke haline gelmesi için yaptığı çalışmaların hikayesi yer alacaktır. Hikayenin tarihi gerçeklerle örtüşmesi kesinlikle gerekmez. Günümüz olay ve kişilerine benzer kurgular yapılıp halkın yönlendirilmesi kafi olur. Payitaht Abraham’da ise Abraham Lincoln’un iç ve dış düşmanlara karşı kurduğu tuzaklar anlatılabilir. Yedi düvele meydan okuyan Abraham, Çin’e karşı ticaret savaşlarını başlatabilir, Meksika sınırına duvar örme projesini tasarlayabilir.

Danışmanlarının “siyah İncil’i kap Trump” tavsiyesine uyarak, çocukları veya varsa torunları ile beraber İncil okurken çekilen fotoğrafları basına servis edilebilir. Beyaz Saray sözcüleri, Paskalya döneminde Trump’ın 24. Bab’a kadar okuduğunu tweetleyebilir. Trump, Mars’a gönderilen SpaceX roketlerini kast ederek “göklere giden bir roket vardır” şiirini okuyabilir.

Gündemi değiştirmek maksadıyla “Karantina altında yirmi bin virüs”, “Virüsün merkezine yolculuk”, “Seksen saatte pandemi-i alem” ve “Maskeyle beş hafta” gibi, komplo teorileri ihtiva eden kitaplar yazdırabilir. Millet tartışıp dursun artık; virüs insan eliyle laboratuvarda mı keşfedildi, bu meselenin arkasında hangi ülkeler ve güçler var diye... 

Görüldüğü gibi, kendisine oy vereceklerin saflarını sıklaştırmak için Trump’ın alması gereken çok yol var...

Bir Garip Seçim-i “Beka”diye...


Bekadiye

Malum, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen bir seçim var ama seçilmek için sıraya girenler ve onları seçtirmek için uğraşanların hareketleri ve sözlerinin garipliğinden midir bilmiyorum vatandaş seçim havasına pek giremedi galiba. En azından ben giremedim ve etrafımda pek çok kişide aynı halet-i ruhiyeyi hissedebiliyorum. Son 4-5 yıldır bazen seneyi doldurmadan yapılan seçimler, her seçimde dozu gittikçe artırılan hamaset, körüklenen düşmanlık ve kutuplaşma, kürsülerden meydana indikçe şiddete dönüşen nefret, bir önceki seçimin foyası çıkmış yalanlarının yeniden halka yedirilebilmesi için daha büyüklerine tevessül edilmesinin lüzumu ve siyasilerin bu ihtiyacı karşılamak konusundaki mahareti, insanların akılları ile dalga geçer gibi, siyasilerin kendileri ile çelişen ve günübirlik değiştirdikleri politikalar-duruşlar-sözler seçim konusundaki hislerimizi köreltmiş olabilir. 

Önceki Seçimlerden Farkı ne?

Mahalle ve köy muhtarlıklarına yetişebilmesi mümkün olmadığı için oralara el atamayan ve fakat büyükşehirler başta olmak üzere şehir ve ilçe belediyeleri için günde bazen üç-dört farklı yere çalışmalara giden bir cumhur reisi var ki Evren zamanında bile böylesine rastlanmamıştır. Madem her yere bu kadar hırsla gidiyor ve oy toplamaya çalışan partilileri “Erdoğan için oyunuzu istiyoruz” diyorlar, belediye başkanlığından il genel meclisi üyeliğine, muhtarlıktan ihtiyar heyeti azalığına kadar ülkede mahalli idareler seçimi ile seçilebilecek ne kadar makam varsa bütün il, ilçe, mahalle ve köylerde partisi adına Erdoğan aday olabilseydi keşke. Seçildiği bütün makamlar için daha sonra kendisi adına temsilci atayabilirdi pekala. 

Çöpleri toplama, sokakları süpürme, su dağıtımı, ulaşım hizmetleri gibi görevlerin üstlenileceği makamlar için yapılacak seçimlerde işsizlik, genel ülke ekonomisi, dış politika ve terör gibi genel konularda vaatlerin veriliyor olması cidden garip. Ya, insanların gözlerinin içine “beka beka” söylenen uçuk sözler? 

“20 bin teröristi işe alacaklar”

“6 yaşındaki çocukların eline silah verip sokağa salacaklar”

“PKK'lılar telsizden 'Bütün güçler birleşmelidir' diye anons geçiyorlar” (“PKK, oy verilmesi gereken partiler ve Türkiye’de kurulması gereken ittifaklar hakkındaki görüşleri gibi bütün stratejik planlarını telsizden mi bildiriyor? Diyelim ki öyle, bütün telsiz konuşmalarını dinleyebiliyorsanız neden terör eylemlerine mani olmuyorsunuz?” gibi soruları akla getirmiyor değil...)

“Bize vereceğiniz oylar ahirette berat belgeniz olacak”

“Bize oy verdiğiniz için size ahirette hesap sorulmayacak”

“Yanlış fikirde olanları ikna edin. Emin olun bu bir ibadettir, her şeyden daha makbul bir ibadettir” (Toplanan kalabalıktan kapı kapı dolaşmasını talep eden AKP’li yönetici)

“31 Mart'ta Ak partiye ve Erdoğan'a oyunuzu verin cennetin anahtarı cebinizdedir”

“Ekmek verdiğimiz insanlardan oy dilenmeyiz. Ekmek verdiğimiz insanlar, kurumlarımızda çalışan insanlar. Belediyelerimizde, hastanelerde çalışan insanlar buraya gelmiyorlarsa gelmesinler, davamıza karşı bayrak sallarlarsa, başkaların safında bize diş gösterirlerse ertesi günü kendilerini olması gereken yerde bulurlar”

Bunlar, basında çıkmış olan konuşmalar. Dini duyguların siyasi maksatlara alet edilmesi eleştirileri karşısında bir AKP’li vekil de şöyle demiş: "Neden kullanmayayım ki arkadaşlar? Sen de kullan. Din benim tekelimde olan bir şey değil. AKP'nin tekelinde olan bir şey değil. Bunu herkes kullanabilir" 
 
Beka Meselesi

Beka meselesi, muktedirler ittifakı tarafından ortak geliştirilmiş bir şey olsa da en çok diline dolayan iktidarın sureten muhalefette görünen ortağı oldu. Beka meselesinden son bahsedişinde Millet İttifakını oluşturan parti temsilcilerinin (gerçekte bu ittifak bu seçimde bu partilerden oluşmuyor) isimlerine vurgu yaparak hepsinin beş harften oluştuğunu ve esas tehlikenin de bu olduğunu söyledi. Beş harf için beş karakter de diyebiliriz. Bu durumda Beka: Beş Karakter diyebiliriz. Haftaya da “beş şer güç” diyeceği isimlerin zalim Beşşar Esed taraftarı olduğu bilgisini verebilir, ya da ne bileyim, birilerine özenip “Türkiye beş karakterden büyüktür” falan diyebilir, malum, kendisi ince hesaplar adamıdır...

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: