Bu Blogda Ara

Arşiv

terör etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
terör etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bakteri ve Siyanür

Bakteri ve Siyanür
Bülent Çelik Karikatürü
 

Danimarka başbakanı, ülkesini infiale sokacak bir paylaşımda bulunmuş. Muhtemelen bunu yaparken “ne yapayım da ülkemi infiale sokayım?” diye düşünmemiştir, infiale girmeye teşne birileri, paylaşımı kendine göre yorumlayıp bunu bazılarının ağzının payını verme fırsatı olarak görmüştür.

Olayın özeti şu: Evinin mutfağında yemek hazırlarken çekilmiş fotoğrafının altına yorumlar yağmış, insanlar farklı tepkiler vermiş ve ufaktan bir kutuplaşma olmuş. Fotoğrafta bir kesme tahtasının üzerinde doğranmış tavuklarla sebzelerin bir arada bulunması tartışmayı doğurmuş. Tavuk kesilen tahta ve bıçak temizlenmeden aynı bıçakla o tahta üzerinde sebze doğranır mı, doğranmaz mı diye.

Efendim, tavuk kesiminde kullanılan bıçak üzerinde çeşitli bakteriler bulunabileceğini, yıkanmamış aynı bıçak sebze kesmekte kullanılırsa bakterilerin sebzelere de bulaşacağını hatırlatanlar olmuş. Adeta, Ahmet Kaya şarkısındaki gibi: “N’eylersin ki çember daralmakta, ‘yasalmonella’sıyla bir bakteri grubu yaklaşmakta... Başın belada!” diye uyarmışlar. Buradan yola çıkarak başbakanı sorumsuzlukla suçlamışlar.

Neyse ki, başbakan hanım sonradan bir açıklama yaparak endişe edecek bir durum olmadığını, kesilen sebzelerin tavukla beraber aynı tencerede piştiğini, kesim sonrası bıçak ve tahtanın yıkandığını söylemiş. İnfialin, sansasyonun ve derdin büyüklüğüne bakar mısınız? Doğranmış sebzelerin salatada kullanıldığı bilgisi teyit edilirse bir istifanın gelmesi işten bile değil. Herhalde hiçbirimiz de şaşırmayız böyle bir habere.

Bıçakla yapılan kesim ne kadar önemliyse, halkı farklı kesimlere bölmek daha önemlidir. Yapılacak işlem basittir; toplumu bölecek bir tartışma başlat(kendiliğinden başlasa daha iyi tabii), kendi taraftarlarını gaza getirecek açıklamalarda bulun, karşındaki herkesi hainlik ve teröristlikle suçla! Muhaliflerine iftira atmaktan çekinme, yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar fazla olur. Bu metotla yeni taraftarlar edinmek garanti olmasa da, mevcutların sadakati pekiştirilmiş olur.

Danimarka halkı olarak böyle toplum mühendisliklerine alışık olmayabilirler. Danimarkalı siyasetçilere acizane tavsiyem şu olacak: Bakteri üzerinden gelişen bu tartışmaları siyasi alana taşıyıp olayları büyüterek oylarını sağlama alabilirler. “Beka” temelli bir kutuplaşma başlatmak pekâlâ mümkün. Bakterinin insanları ve dolayısıyla ülkeyi yok edeceği riskini düşünüp bu ihtimalden korkanlar grubuna bir isim bulmak gerekirse “Bacteria”(bakteri) ve “terrified”(korkmuş, dehşete düşmüş) kelimelerini birleştirip “bacterrified” diyebiliriz. Bu gruba dahil olmayan herkesi de “bak teröriste!” manasında “bakterörist” diye isimlendirdik mi tamam. Çarpıştır grupları ve seyreyle gümbürtüyü...

Bizde de, varsa, yoksa havadan sudan meseleler... Neymiş efendim, altın madeninde meydana gelen göçük sonrası havaya ve suya siyanür karışmış olabilirmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Buna müsaade etmemiz mümkün değil. Kapı gibi ÇED raporu vermişiz oraya. “Madem ÇED raporu var, neden heyelan oldu?” diyorlar. Yahu, “ÇED’din deden, neslin baban” zamanında verilmiş raporun şimdiki heyelanla ne alakası var? Fırat kenarında ölü balıklar gördüğünü söyleyenler oldu. Nehrin ilk sabıkası değil ki bu, Fırat bunu hep yapıyor. Türküsü bile var:

“Şu Fırat’n suyu akar serindir
Ölem ölem derdo ölem, akar serindir
Yarimi götürdü (anam) kanlı zalimdir
Ölem ölem kanlı zalimdir”

Allah, siyanür meselesini Danimarka gibi tartışmaktan bizi korumuş, verilmiş sadakamız varmış...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bakteri-ve-siyanur_594502

Askıda “Future”

 

Askıda Future
Sefer Selvi Karikatürü
 

Zaman zaman şöyle haberler duyarız: “kendilerini polis, hakim, savcı, istihbarat görevlisi veya yetki kullanabilecek seviyede başka bir devlet görevlisi olarak tanıtan kişiler, vatandaşı tuzağa düşürüp milyonlarca lira parasını aldı..”

Bu işlere muhatap olmayanlar, genelde kandırılan kişileri ayıplar, böyle basit numaralara nasıl inanmışlar diye düşünür. Bu şekilde dolandırılmış olanlar arasında kimler yok ki: televizyona çıkıp insanlara akıl veren ünlü akademisyenler, gazeteciler, hukukçular, doktorlar, ev hanımları, emekliler, işçiler, çiftçiler... Kısaca, okumuş ve akıllı diyebileceklerimiz de dahil olmak üzere her kesimden insan var. Demek ki, bu mesele “akılsızlık etmişler işte” denip geçilecek kadar basit değil.

Öncelikle, dolandırıclar, aklı devre dışı bırakacak damarlar bulurlar. Kimi insan korkunca rasyonel davranmayı bırakır, kimi de çok büyük kazanç vaadi ile tabir caizse “avlanır”. TC kimlik no, kimlik seri no, telefon numarası, adres, sigorta bilgileri, maaş durumu ve daha bir çok bilgimizin elden ele dolaştığı söyleniyor. 500 lira gibi ücretlerle sınırsız sorgulama yapılabilecek platformlar olduğundan bahsedenler var.

Sosyal medya ve internet gibi açık kaynakları da kullanarak, elde ettikleri bilgileri sonuna kadar kullanan dolandırıcılar, sosyal mühendislik tabir edilen yöntemlerle kişinin kendisinden de birtakım verileri alıyorlar ve kıvama getirdikleri kişiye istediklerini yaptırabiliyorlar. Kendinden emin olan insan, atılan iftiranın, hakkaniyetli mahkemelerde çürütüleceğini bilir, dolandırıcılara pabuç bırakmaz. Adalet sisteminin düzgün işlemediğini bilen insanlar, haklı olsalar bile dertlerini kimseye anlatamayacaklarını düşündüklerinden, neyse parası, verip belâdan kurtulmak telâşında olurlar.

Tek adamın ağzından çıkan her sözün kanun kabul edildiği, hâkim-savcı kadrolarının parti sözcüsü gibi hareket ettiği bir yerde hukuk ortadan kalkar, korku iklimi hakim olur. At izi, it izine karışır, mafyalar ortada cirit atar, kim kimin malına kimin adına “çöker” belli olmaz. Mafya siyasetçileri maaşa bağlar, gazeteciler rüşvet için kaçakçılara aracılık eder. Kimsenin mevkii garantili değildir, parti için mitingler düzenlerken kahraman ilan edilenler, bir bakmışsınız terörist diye aranmaya başlar.

Hakkında müşahhas deliller olmasa bile, yıllarca tutuklu yargılananlara müebbet hapis cezası verilebiliyorsa, dokuz yıl önceki davadan beraat edenler, tekrar muhakeme edilip ceza alabiliyorsa, diplomasi kabiliyetini kullanmak yerine, ülkedeki yabancılar ajanlık suçlamasıyla rehin alınıp ülkeleri ile pazarlık yapılıyorsa, yetmiş iki milletin gözü önünde, topraklarımızda canice işlenen cinayetin faillerine dosyası devredilebiliyorsa, bakanı, yabancı yatırımcıları çekmek için, isterlerse yerleşik bürokratik teamülleri anında değiştirebileceklerinin sözünü veriyorsa, yerli ya da yabancı hiç kimse kendini güvende hissetmez.

Tulumbada su bittiği için, para sahiplerini sıkıştırmak adına türlü tedbirler alınıyor. İhracat gelirlerindeki dövizlerin anında TL’ye çevrilmesi isteniyor, bankaların verdiği kredilerle döviz alınması neredeyse yasaklanacak. Kira ödemeleri de artık döviz cinsinden yapılamayacak. Elektronik ticaret yapan yabancı şirketlere, sektördekilerin tabiriyle “haraç” gibi vergi uygulamaları getirilecekmiş. Yabancı sermaye niye ve nasıl gelsin ülkeye?

İtibar, sermaye ve mevki açısından kimse yarınından emin olamıyorsa, gelecek askıya alınmış demektir. Yabancı sermayeden bahsetmişken ingilizce ile karışık bir tabir bulalım: Askıda “future”

Çağrımız masadaki altıya, çıkarmayın hiçbir “future”yi askıya...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/askida-future_563140


Sıralı Terörist Listesi

Sıralı Terörist Listesi
Sefer Selvi Karikatürü

Üzerinde yaşadığımız cennet coğrafyada, etrafımız düşman ülkelerle çevrili. Korkarım ki dostlarım, yanımızda yöremizde pek dostumuz yok. Dost görünenler, aslında bize saldırma fırsatı bulamamış ve bizi kıskandığı her halinden belli olan ülkeler. Kimi korkusundan bize dostmuş gibi davranıyor, kimi menfaatini devam ettirmek için... ama onların da ne tıynette olduğunu ve imkan bulabilirlerse bizi hemen satacaklarını biliyoruz.

Dış güçler neyse de, iç düşmanlar bizi daha çok yoruyor maalesef. Dört tarafı düşman dolu, yedi bölgesinde her mevsim hain yetişebilen memleketimizde, gün geçmiyor ki yeni bir terör cinsi ve terörist türü keşfedilmesin.

Referandumlarda hayır oyu veren teröristlerimizi hatırlıyorsunuzdur. İktidarı seçim yoluyla devirmek isteyen şer odağı muhalefet partilerini destekleyen hainler ordusunu da biliyorsunuz. O şer odaklarının amacı, mahalli seçimlerde terör örgütlerinin uzantılarını belediye meclislerine taşımaktı. Elektrik sayaçlarını okuyacak memurları Kandil’den getireceklerdi. Su sayaçlarını Mahmur’dan, doğal gaz sayaçlarını da taa Bekaa Vadisi’nden getirecekleri militanlara okutacaklardı. Cumhurbaşkanlığını, Sağlık Bakanlığını, İçişleri Bakanlığını, diğer bakanlıkları, valiliği, kaymakamlığı hiçe sayarak kendi başlarına yardım toplamaya, ekmek dağıtmaya, hastane kurmaya, benzeri işler yapmaya kalkışan belediyeler olmadı mı, maazallah...

İster rektörü protesto etsin, ister kalacak yeri olmadığını ilan etmek için sokağa çıksın, bütün öğrenciler potansiyel terörist. Akademisyenler, yazarlar zaten terörist. Hele ki, bunların yurt dışından ödül alanları katmerli terörist.

Terörist denilince akla ilk gelen, elinde silah, bomba tutan birileri olsa da, elinde dolar, avro ve faiz tutanlar da var. Dolar almak suretiyle teröre bulaşmış insanlarımız oldu ne yazık ki. Terörün finansmanı olur da, finansmanın terörü olmaz mı? Kredi derecelendirme kuruluşları mesela, hepsi ayrı terörist. Hele bir tanesi var ki, adı S&P. Sorsanız, uzun okunuşunun “Standard and Poor” olduğunu söylerler ama Sedat Peker anlamına gelmediği ne malum? Ekonomik terörü estirmek suretiyle acaba Türkiye'yi nasıl ürkütürüz gayreti içinde olduklarını bilmiyor muyuz?

Vatandaşı patatessiz ve soğansız, ülkeyi Erdoğan’sız bırakma gayreti içerisinde olan teröristlerin depoları basıldı ve etkisiz hale getirildi hamdolsun. Bu arada, nasıl oldu bilmiyorum ama kebapçılar da terörist listesine girdi. Bize yaşattıkları acılarla ilgili olabilir. Et konusunda ne kadar bölücü olabilecekleri de biliniyor.

Geçen haftaki yazımızda gıda terörü estiren marketlerden bahsetmiştik. Çok şükür, bu terörü de bitirmeye kararlıyız. Beşli market çetesinin haberi olsun, fiyatları gayet uygun olan (bir market arabasını 1002 liraya doldurabiliyorsunuz, asgari ücretin neredeyse üçte biri gibi komik bir para) tam bin adet yeni market açıyoruz! Ne demişler, perakende sektörü beşten büyüktür. Haydi bakalım, ne yapacaksınız?

Tarım Kredi Kooperatiflerine ait olacak bu marketlerin ismini kısaltmak lazım da, TKK marketleri dersek, tövbe estağfurullah, bir terör örgütü adını hatırlatacak. Terörü kurutma maksadımızla çelişir. Piyasadaki bilinen market isimlerine benzeyen ve kuruluş maksadına atıfta bulunan isimler seçilebilir. “BİN” iyi bir isim olabilir mesela. Ya da “Abin bir market açar, hepsini hizaya getirir evelallah” der gibi “A-1001”... Peki, “ÇOK”a ne dersiniz? Bakın burası “çokomelli”. Milli gros market anlamında “Mil-Gros” da mümkün. Bunu da beğenmediyseniz, son teklifim “Harvursa”. “O kadar ucuz ki, az parayla bile, har vurup harman savurduğunuzu zannedeceksiniz” manasında.

İsim meselesini siz düşünedurun, ben şiirini buldum bile:

“Bin market ekonomide çocuklar gibi şendik

Bin market dev gibi enflasyonu yendik”

Tabii, bu bin mağazalı market işini yürütecek güvenilir birini bulmak da lazım. Yürütme demişken aklıma Fatih’in gemileri karadan yürütmesi geldi. Gemi deyince de Binali Bey’i hatırladım. Kendisi ve çocuklarının ticari zekası ve başarısı ortadadır. Boğaz meselesine, Kanal İstanbul’a hakim bir adam. Market işi de en nihayetinde insanların bir boğaz meselesi değil mi? İsmi de market mağaza sayısıyla uyumlu, daha ne olsun... 

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sirali-terorist-listesi_551011

U’lu Dönüşler


U'lu dönüşler

İç-dış her türlü politikanın üretilmesi ve uygulanması konusunda istikrarlı bir şekilde seri değişimler gösterebilen bir hükümetimiz var.  Bu değişimler politikasızlık şeklinde addedildiği için çokça eleştirilebiliyor da kendileri... Tabii, hikmet-i hükümeti bilmeyenler yapıyor bu eleştirileri. Halbuki işin özü basittir: Muayyen ölçülerde kaynaklarımız ve bitmek bilmeyen ihtiyaçlarımız var. Ne yapıyor bizimkiler, hangi alanda acil bir ihtiyaç varsa oraya koşup kaynakları yığıyorlar. E haliyle, bir ihtiyaç tam olarak karşılanmadan ya da bir konu çözülmeden, bir bakıyorsun, hoop atlamışlar başka bir yere. 

Ani değişimleri gerekçelendirebilmek için, iyi-kötü, dost-düşman, yakın-uzak, faydalı-faydasız gibi pek çok şey sık bir şekilde yeniden tanımlanıyor. Dün ak denilen şey, bugün tamamen kara olabilir. İşte bunlar hep U’lu dönüşler...

U’lu dönüşler sebebiyle tanım/kapsam değişikliğine en çok maruz kalan kavramlardan biri de terör. Neredeyse bütün muhalefet partileri terörle irtibatlandırılma işleminden nasibini almıştır. Kimine doğrudan terörist dediler, kimine teröristlerin maşası ve yardımcısı dediler, kimine de terör örgütüne dahil olmamakla birlikte istemeden de olsa faaiyetlerini desteklemekle suçladılar. 

“İltisaklasak da mı tutuklasak...”

Hele, iltisak diye bir mefhum var ki, bunu kullanarak herkes her terör örgütüne dahil edilebilir. Gazeteler, gazeteciler, patates-soğan satıcıları, dolar alanlar... Mahkemenin birinde, 1970’li yıllarda kurulmuş ve uzun zamandır faaliyetleri olmayan örgütlerin de isimlerinin arasında olduğu bir örgüt kokteyline üye olmakla suçlanan bir genç, örgüt listsini görünce tebessüm edip şunu sormuş: “istediğimiz örgütü bu listeden biz mi seçiyoruz, yoksa siz mi beğeniyorsunuz?” 

Pide siparişi için aradığı kişi hakkında terör soruşturması var diye o davaya dahil edilenler, milyonlarca kişinin yaşadığı büyükşehirlerde terör suçlamasıyla aranan kişilerle aynı baz istasyonundan cep telefonu sinyali alanlar, bir fakir görevde olduğu sürece içeride kalabilir ya da U’lu dönüşler çerçevesinde bağımsız yargının tecelli etmesiyle serbest bırakılabilir. Tatil planı için bir turizm firmasını arayıp rezervasyon yaptırmadan önce kırk kere düşünün. Ya firma terörle bağlantılı ise? Bugün sicili temiz görünebilir ama ya yarın suçlanırsa? Firma sahibinin sonradan bakan olması da kurtarmaz sizi, ona göre. 

Enflasyon mu yükseldi, hemen fiyatları durdurmak için polisiye tedbirler alınıyor. Üretim maliyetlerinin yükselmesi ve ürün arzındaki daralmanın sebepleri ile kim uğraşacak... Haşa, hükümette hata olur mu? Fırsatçıların ve hainlerin işidir muhakkak. Bas depoları, stokçuluk yapılıyor diye kes cezaları ki, herkes akıllı olsun. Ha, piyasada mal kalmazsa diye dert etme. İthal ederek yerli üreticiyi te’dip et. Yerli üretici ağlamaya başlayıncaya kadar durmak yok, ithale devam! Ağlarsa hemen teşvik paketi patlat. Bakın, hain ve fırsatçı bir üretici U’lu bir dönüş sayesinde nasıl da yardıma muhtaç bir mağdur oldu!

U’lu Dönüşlerin Maliyeti

Ne zaman, ne kadarlık açıyla U’lu dönüş yapılacağını ulularımız bilir tabi ama az-çok tahmin edilebilir hale de geldi. Mesela, S-400 meselesine bakalım. Neredeyse her Allah’ın günü “biz bunları aldık, falanca tarihte teslim edilecek” beyanatı veriliyorsa işkillenmek lazım derim. Bana öyle geliyor ki, 

-Parasını verdiğimiz bu sistemleri teslim alamayacağız. 

-Teslim alamasak bile ABD’nin yaptırımlarına maruz kalacağız. 

-Parasını verdiğimiz halde kurulum yapılmazsa Rusya bize kızacak ve bunun hesabını farklı bir şekilde sormaya çalışacak.

Ne diyelim, U’lu dönüşlerin maliyeti yaman olabilir. Necip Fazıl’a atfedilen fakat kesin olarak kime ait olduğunu bilmediğim şöyle bir söz var: “Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden, sonunda din de gitti, dünya da gitti elimizden”

Bakalım, İstanbul belediye başkanlığı seçimini kazanmak için seçime üç gün kala, adeta "Anketler bozuldu, hesap karıştı / Yetiş ya İmralı, yetiş ya Kandil" denilerek yapılan U’lu dönüş nasıl netice verecek? Arzu edilen oylar cezb edilemediği gibi milliyetçi seçmen de küsüp kaçarsa hiç şaşırmamak gerek...

Bir Garip Seçim-i “Beka”diye...


Bekadiye

Malum, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen bir seçim var ama seçilmek için sıraya girenler ve onları seçtirmek için uğraşanların hareketleri ve sözlerinin garipliğinden midir bilmiyorum vatandaş seçim havasına pek giremedi galiba. En azından ben giremedim ve etrafımda pek çok kişide aynı halet-i ruhiyeyi hissedebiliyorum. Son 4-5 yıldır bazen seneyi doldurmadan yapılan seçimler, her seçimde dozu gittikçe artırılan hamaset, körüklenen düşmanlık ve kutuplaşma, kürsülerden meydana indikçe şiddete dönüşen nefret, bir önceki seçimin foyası çıkmış yalanlarının yeniden halka yedirilebilmesi için daha büyüklerine tevessül edilmesinin lüzumu ve siyasilerin bu ihtiyacı karşılamak konusundaki mahareti, insanların akılları ile dalga geçer gibi, siyasilerin kendileri ile çelişen ve günübirlik değiştirdikleri politikalar-duruşlar-sözler seçim konusundaki hislerimizi köreltmiş olabilir. 

Önceki Seçimlerden Farkı ne?

Mahalle ve köy muhtarlıklarına yetişebilmesi mümkün olmadığı için oralara el atamayan ve fakat büyükşehirler başta olmak üzere şehir ve ilçe belediyeleri için günde bazen üç-dört farklı yere çalışmalara giden bir cumhur reisi var ki Evren zamanında bile böylesine rastlanmamıştır. Madem her yere bu kadar hırsla gidiyor ve oy toplamaya çalışan partilileri “Erdoğan için oyunuzu istiyoruz” diyorlar, belediye başkanlığından il genel meclisi üyeliğine, muhtarlıktan ihtiyar heyeti azalığına kadar ülkede mahalli idareler seçimi ile seçilebilecek ne kadar makam varsa bütün il, ilçe, mahalle ve köylerde partisi adına Erdoğan aday olabilseydi keşke. Seçildiği bütün makamlar için daha sonra kendisi adına temsilci atayabilirdi pekala. 

Çöpleri toplama, sokakları süpürme, su dağıtımı, ulaşım hizmetleri gibi görevlerin üstlenileceği makamlar için yapılacak seçimlerde işsizlik, genel ülke ekonomisi, dış politika ve terör gibi genel konularda vaatlerin veriliyor olması cidden garip. Ya, insanların gözlerinin içine “beka beka” söylenen uçuk sözler? 

“20 bin teröristi işe alacaklar”

“6 yaşındaki çocukların eline silah verip sokağa salacaklar”

“PKK'lılar telsizden 'Bütün güçler birleşmelidir' diye anons geçiyorlar” (“PKK, oy verilmesi gereken partiler ve Türkiye’de kurulması gereken ittifaklar hakkındaki görüşleri gibi bütün stratejik planlarını telsizden mi bildiriyor? Diyelim ki öyle, bütün telsiz konuşmalarını dinleyebiliyorsanız neden terör eylemlerine mani olmuyorsunuz?” gibi soruları akla getirmiyor değil...)

“Bize vereceğiniz oylar ahirette berat belgeniz olacak”

“Bize oy verdiğiniz için size ahirette hesap sorulmayacak”

“Yanlış fikirde olanları ikna edin. Emin olun bu bir ibadettir, her şeyden daha makbul bir ibadettir” (Toplanan kalabalıktan kapı kapı dolaşmasını talep eden AKP’li yönetici)

“31 Mart'ta Ak partiye ve Erdoğan'a oyunuzu verin cennetin anahtarı cebinizdedir”

“Ekmek verdiğimiz insanlardan oy dilenmeyiz. Ekmek verdiğimiz insanlar, kurumlarımızda çalışan insanlar. Belediyelerimizde, hastanelerde çalışan insanlar buraya gelmiyorlarsa gelmesinler, davamıza karşı bayrak sallarlarsa, başkaların safında bize diş gösterirlerse ertesi günü kendilerini olması gereken yerde bulurlar”

Bunlar, basında çıkmış olan konuşmalar. Dini duyguların siyasi maksatlara alet edilmesi eleştirileri karşısında bir AKP’li vekil de şöyle demiş: "Neden kullanmayayım ki arkadaşlar? Sen de kullan. Din benim tekelimde olan bir şey değil. AKP'nin tekelinde olan bir şey değil. Bunu herkes kullanabilir" 
 
Beka Meselesi

Beka meselesi, muktedirler ittifakı tarafından ortak geliştirilmiş bir şey olsa da en çok diline dolayan iktidarın sureten muhalefette görünen ortağı oldu. Beka meselesinden son bahsedişinde Millet İttifakını oluşturan parti temsilcilerinin (gerçekte bu ittifak bu seçimde bu partilerden oluşmuyor) isimlerine vurgu yaparak hepsinin beş harften oluştuğunu ve esas tehlikenin de bu olduğunu söyledi. Beş harf için beş karakter de diyebiliriz. Bu durumda Beka: Beş Karakter diyebiliriz. Haftaya da “beş şer güç” diyeceği isimlerin zalim Beşşar Esed taraftarı olduğu bilgisini verebilir, ya da ne bileyim, birilerine özenip “Türkiye beş karakterden büyüktür” falan diyebilir, malum, kendisi ince hesaplar adamıdır...

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: