Bu Blogda Ara

Arşiv

torpil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
torpil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Liya-katline ferman...

 

Liya-katline ferman
İbrahim Özdabak Karikatürü

Bir zamanlar Türkiye’de, Anadolu’nun dağ köylerinde doğan çoban Sülü, kısıtlı imkânlar altında tahsil görmesine rağmen ülkenin en iyi okullarından birine girebilmiş, DSİ genel müdürü olup siyasete atılabilmiş, başbakan ve dahi cumhurbaşkanı olabilmişti.

Aynı şekilde, memur çocuğu olarak doğanlardan başarılı olanlar müsteşar, genel müdür makamlarına gelebiliyorlardı.

Birilerinin “Yeni Türkiye” dediği günümüz Türkiye’sinde iyi denebilecek devlet okulu sayısı azaldı ve kalitesi tartışmalı olan özel okullarda okumanın maliyetleri yüksek. Özel dersane, etüt merkezi ve özel ders imkânından mahrum olan ve kendi becerisi ile aradan sıyrılarak iyi bir yüksek tahsil yapabilenlere pek nadir rastlanıyor artık. 

Yıllardır, üniversite sınavları, askeri okul ve polislik sınavları, memurluğa giriş sınavları (KPSS), kısaca neredeyse bütün sınavlarda soruların önceden birileri tarafından alındığı ve çeşitli gruplara dağıtıldığı şaibeleri dolaşıyor. En son yapılan KPSS ile ilgili şayialar artınca, muhtemelen yaklaşan seçimler öncesi iyi bir intiba vermek isteyen iktidar sınavı iptal ettirdi. Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, 9 ağustos tarihli yazısında 2022 KPSS ile ilgili iddiaların çürük olduğunu göstermiş olsa da, kamuoyunda oluşmuş olan “hiç kimse çalmamış olsa bile kesin birileri soruları çalmıştır” inancı hâlâ varlığını koruyor. Bu sınavda olmadıysa da, başka sınavlarda olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir? Önümüzdeki sınavlarda birilerinin çalmayacağının garantisi var mı?

KPSS’den iyi bir puan almış olmak tek başına bir anlam ifade etmiyor. İstediğiniz puanı alın, mülakatlarda, alım yapan kişlerin listesinde değilseniz eleniyorsunuz. O listede olmak için iktidara yakın birilerinin “selam ve dua ile” kalıbıyla biten bir mektubu veya makbul kişlerden birinin yeğeni-kuzeni olmak yeterli olabiliyor. 

Tahsili veya uzmanlık alanına bakmadan önemli kurum ve makamlara yapılan atamalar da fikir veriyor bize: Tübitak’a hayvanat bahçesi müdürünün tayini, PTT genel müdürünün Danıştay üyesi olması, güreş sporu ile iştigal etmiş birinin bir kamu bankasında yönetim kurulu üyeliği yapması, Türkiye Uzay Ajansı’nda başkanlık müşavirliğine Sebze Üretim Tekniği bölümü mezunu birinin atanmış olması... Rektörlük şartlarını taşımayan birileri için kanunda değişiklik yapıp atama sonrası kanunun tekrar eski haline getirilmesi... Şoförün milletvekili yapılması... Partiye yakın kişilerin çocuklarının kurumlarda en alt seviyeden istisnai girişlerinin yapılıp, bir gün içerisinde yönetim kademesine çekilmesi... Örnekler çok, ancak bu kadarı kâfi zannedersem.

Uzunca bir süre AKP içinde görev alan bakanlık ve başbakanlık yapan fakat artık kendi partilerini kurmuş olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimler için Erdoğan, “O makamlara layık oldukları için gelmediler” dedi. Demek ki, AKP’de çalışmak için liyakat sahibi olmak değil, Erdoğan’ın görevlendirme şerefine mazhar olmak gerekiyor. Milletvekilleri yoktur, bakanların kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız Erdoğan’dır. Erdoğan’ın talimatı olmasa yangınlar bile söndürülemeyebilir, depremde ilk yardım çalışmaları başlamayabilir.  

Eski zamanlarda nizam-ı âlem için kardeş katline cevaz veren kanunnameler yayınlanmıştı. Bugün liyakat katli (söylenişi kolaylaştırmak için liya-katli diyelim) için ferman yayınlayan zümrenin motivasyon kaynağı nizam-ı âlem değil “nizam-ı ailem” olsa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/liya-katline-ferman_568414

P(H)aramparça...

 


Kitle iletişim araçlarının gelişmesi sayesinde, eski zamanlara kıyasla uzaklar artık daha yakın. Dünyanın öbür ucunda olup biten şeyleri saniyesi saniyesine takip edebilme imkanı geldi. Cebinde kamerası olan araçlarla isteyen herkes kendi hayatındaki ve çevresindeki gelişmeleri dünya ile paylaşabiliyor. Bunun yapılabileceği pek çok sosyal medya aracı mevcut.

Sosyal medya ortamında yapılan paylaşımlarda göze çarpan şöyle bir genel husus var: Herkes mutlu, herkes zengin, herkes kraliyet ailesine mensup gibi asil bir tavır takınmış, lüks arabalar, şatafat, debdebe alabildiğine… Televizyon ve internette gördüğü bu hayatları yaşamak isteyen gençler özeniyor tabi: Yalılarda geçen hayatlar, bitmeyen bir tatil ve eğlence…

Elindeki imkanlarla bu lüks hayatı yaşayamayacağını idrak eden gençlerden bazıları iyi bir tahsil ile güzel fırsatları yakalayacağını düşünebilir. Uzun süren, ortaokuluna, lisesine, üniversitesine girmek için bitmek bilmeyen sınav maratonlarından geçecek kadar meşakkatli ve masraflı bir eğitim süreci sonunda çok da hayat pratikleri ile uymayan ve kalitesi tartışmalı bir eğitim aldığını fark edene kadar… Bitmedi, ağır iş sınavları, mülakatlarda kaybetmeler, atama beklemeler, kadro peşinde koşturmalar… Hadi, kamu olmadı, özel sektörde şansını denemek isteyenler en az beş senelik tecrübe duvarı ile karşılaşıyorlar. Herkes tecrübe arıyorsa bu tecrübe nerede ve nasıl elde edilecek ki? İstediği gibi bir iş bulmasını geçtim, bulabildiği ya da çalışmaya razı olduğu işte en temel insanî ihtiyaçlarını karşılayacak bir ücret alıp almayacağı belli değil. “Sigortası tam yatacak mı, fazla mesaiye kalacak mı, tamamlaması için kendisine verilen hedefler üzerinden baskı yiyecek mi, görev tanımı ile ilgisiz bir sürü başka iş kendisinden istenecek mi?” gibi pek çok soru var cevap bekleyen.

Bunun yanında, sınava girmeden veya girmişse soruları önceden temin etmişlerin en güzel kurumların en güzel makamlarına yerleştiğini görmek, sadece birilerinin yakını olduğu için mülakat sınavlarında kendisine torpil yapılanları duymak, belediye ve devlet ihalelerini en iyi rüşveti verenlerin aldığını haberlerde okumak kişilerde geleceğe dair umutları kırıyor. İyi bir mevkiye gelmenin ve yüksek hayat standartlarına yetecek maaşlar almanın çok çalışarak elde edilebilecek şeyler olmadığını anlayıp buna isyan edenler, ya çalışmalarının takdir göreceği ülkelere göç ediyor ya da en kısa yoldan para ve itibar kazanacakları işler peşinde koşuyor.

Düğünyevîleşme

İşi gücü bir şekilde yoluna koydu diyelim gencimiz, sıra geldi mi evlenmeye… Altın, çeyiz ve ev eşyaları, hadi diyelim evlenecek gençler kullanacağı için, onlara yapılan yatırım kayıp değil. Kıyafetler, hediyeler, ikramlar ve bahşişler gibi masraflar ele güne karşı birer gösteriş vasıtası. En mazbut insanların içinde bile konu düğün olunca en dünyevî endişelerle hareket edenleri görebiliyoruz maalesef. Söz konusu düğün olunca en dünyevî duyguları takınmaya “düğünyevîleşmek” diyebiliriz. Düğünyevî masraflar öyle çok olur ki şöyle düşünün: İki 14 Şubat, bir 28 Şubat eder ki, o da neredeyse 1000 ay sürecek taksitleri kredi kartına getiren “POS” modern bir darbe olarak maaşa yansır. Pos cihazlarını uzatan tezgahtarların şifreyi görmemek için “çevik bir” hareketle başlarını yana çevirmeleri bile ironiktir.

Kısaca, hayatının her devresinde gençler, bir şekilde kısa yoldan çok para kazanma arayışlarına sürüklenirler. Yapılan iş ne olursa olsun, kanuna ve ahlaka aykırı hareket edilerek çok para kazanılabilir. Allah’tan korkusu ve kuldan utanması olmayan herşeyi yapabilir. Sattığı süte su katmak, tereyağına patates ezmesi karıştırmak, inşaat yaparken malzemeden çalmak gibi. Bunların dışında, “legal” görünen ama “etik” olarak tartışmaya açık olan bahis oynama, arsa, borsa, coin gibi alternatifler maalesef gençler arasında oldukça yaygın. Etik olarak tartışmaya açık olması, sistemde birilerinin kazancının diğerlerinin kaybından oluşması sebebiyledir. 10 kişi para yatırır, sekizi kaybeder, ikisi kazanır ama sonuçta kasa hep kazanır.

Alınan emtianın haddizatında katma değer üretecek yapısal olarak bir değişim olmadığı halde spekülasyonla değer kazanması durumu vardır. Bir devlet başkanı veya iş adamının attığı tweet sebebiyle kazanılan değer, başka bir tweetle veya söylenti ile de pekala bir anda kaybedilebilir. Kârlı bir yatırım yaptığını düşünen kişiler üşüşür, araç balon gibi şişer ve zamanı gelince de patlar. Patlayan balonda kaybedenler, zararlarını telafi etmek için olmadık yöntemlere başvururlar, Allah korusun. Haram bir parça peşinde koşarken, paramparça olma tehlikesi var.

İşine hile-hurda karıştırmadan, kolayca para kazandıracak yöntem, yazılım, mobil uygulama veya teknolojinin imkanlarından faydalanarak en az emekle en çok parayı kazandıracak yeni bir araç geliştirme arzusunda bir beis yok. Yeter ki, “helâl ya da haram, yeter ki artsın param” denilerek haram yollara tevessül edilmesin. Kazanırken şunu düşünelim: param mı artıyor yoksa haram mı?

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2021/05/pharamparca/

Yeeeni Türkiye…


 

Eski Türkiye ne kadar kötüydü… Çalış, çabala, notlarını yüksek tut… Sınavlara hazırlan, iyi okullara gir. Girdiğin okulu iyi derecelerle bitir, iş sınavlarına hazırlan… Yazık, ömrü çalışmakla geçiyordu insanların.

Yeni Türkiye’de bunları yapmaya gerek yok artık. Yani, isteyen yine hobi olarak yapsın da, pek bir sonuç elde edemeyebilir. Sınıfta kalmak nasılsa yok, temel eğitimi istediğin gibi bitirebilirsin. Sonra Almanya başbakanı Merkel’e “üfff” dedirten 207 üniversitemiz var. Üniversiteye girmek isteyen illa ki onlardan birine girer. Yahu, girmese de çok dert değil. Yeeeni Türkiye’de, mülakatta tek bir soruyu doğru cevaplayan, en iyi işleri ve makamları kapar: “kimin yeeenisin?”

Diploma istenirse, sahte diploma kolayca sağlanabiliyor zannedersem. Milli Eğitim Bakanlığı’nda bile sahte diplomayla öğretmenlik yapanlar varmış. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelttiği, sahte diplomalı kaç öğretmen ve personel çalıştırıldığı sorusuna MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından, sayı meselesine hiç girilmeden şöyle cevap verilmiş:

“Bakanlığımız personellerinin, diploma veya geçici mezuniyet belgeleriyle ilgili yürütülen inceleme soruşturma çalışmaları sonucunda sahte olduğu tespit edilen diploma veya geçici mezuniyet belgesine dayalı olarak yapılan atama işlemleri iptal edilmiş olup ilgili personellere yönelik adli makamlara suç duyurusunda bulunulmuştur. Başvuru yapan öğretmen adaylarının, başvuru esnasında mezuniyet ve diploma bilgileri YÖKSİS’ten gelen mezuniyet ve diploma bilgileri ile karşılaştırılarak bilgilerin doğruluğu sağlanmaktadır.”

Aslında sahtelik işlerine girmeye çok gerek kalmadı çünkü üniversitenin kazandırdıkları artınca üniversite kazanmak kolaylaştı. Bir kere, hazırlığıydı, sene uzatmasıydı derken dört yıllık bir okul 5-6 yılda anca bitiyor. Bu gençler bu süre boyunca işsiz sayılmıyorlar. İşsizlik oranımız muazzam bir şekilde düşüyor. Okumakla geçirdiği süre boyunca memleket meselelerine de fazla kafa yormayacak bu gençler. Okusun, eğlensin ve gençliğinin tadını çıkarsın. Okul bittikten sonra, "yeeeni" olduğu kerlifelli bir dayısı-amcası yoksa istediği gibi iş bulamayacağını anlayan gencimiz, iş aramaktan da vazgeçmek suretiyle bir kez daha işsizlik oranlarını düşürecektir. Daha ne olsun…

Üniversite dediğin, geniş bir kampüs ister. Arsalar bulunacak, imarlar düzenlenecek, binalar dikilecek. Müteahhit arkadaşlara mükemmel bir kazanç kapısı… Şehir dışından gelecek öğrenciler ev tutacak/yurtta kalacak, yiyecek-içecek, kıyafet alacak, kırtasiye malzemeleri sarfiyatı olacak, kitap alacak, fotokopi çekecek. Genelde kampüsler şehir dışında olur, toplu taşıma kullanacak. Kaç esnaf ihya olur, siz hesaplayın.

Akraba-i TaallüyaKatip Çelebi Üniversitesi

Eğitimci kadrosu ve idari kadro ile bir üniversite istihdam kapısıdır aynı zamanda. İşine gelen adamı rektör yap, kim ne karışır. İşine gelen adam, işe gelme şartlarını mı karşılamıyor, bir kararnameyle şartları değiştir, öyle işe al. Sonra bir başka kararnameyle yine eski haline getirirsin nasıl olsa. Rektörler akrabalarını doldursun kadrolara, ortalık şenlensin. En son, Kâtip Çelebi Üniversitesi ile ilgili bir haber çıktı: rektör, rektör yardımcısı, dekan ve öğretim görevlileri arasındaki 27 kişi akrabaymış ve bunlardan 16’sının şube müdürlüğü kadrosuna ataması sınavsız yapılmış. Rektör bey, adeta “Kâtip benim, ben rektörüm, el ne karışır? Yakınlarıma akademik cübbe ne güzel yaraşır” ve “kadrolar açayım, eli kalem tutan akrabalara, kâtip arzuhalim yaz ilana böyle...” türküleri eşliğinde doldurmuş kadroları. Akrabalara özel, sadece onları tarif eden ve başka birilerinin karşılamasının imkânsız olduğu şartları listeleyip, o şartlara uyan kişileri almıştır muhakkak... Akraba içinde liyakatin gözetilmediğini söyleyemeyiz. Akraba-i taallükat, liyakat ve Kâtip kelimelerini birleştirerek “Akraba-i TaallüyaKatip Çelebi Üniversitesi” diye ismini değiştirsek yeridir.

Üniversitenin kazandırdıkları bitti mi? Bitmedi; Oksijen gazetesinin haberine göre yüksek lisans ve doktora öğrencileri için para karşılığı tez yazma sektörünün büyüklüğü 200 milyon lirayı aşmış. Yılda yaklaşık 30 bin tezin üçte birini para karşılığı yazılan tezler oluşturuyormuş. Tez yazdırmanın maliyeti 4 bin ila 15 bin lira arasında değişiyormuş. Tee Zeki Müren’den bir şarkı gelsin konuyla ilgili: “Tez geçse de, her çalışmada bin hatıra vardır, tez işinde iyi para vardır…”

Tezleri yazanlar da akademisyen tabi. Şimdi diyeceksiniz ki “Bu hareketler akademinin ruhuna zıtlar, âdem-i akademi olan zatlar, oluşturursa böyle tezatlar, adem-i akademi olur, eğitim sistemi hepten patlar…” Ben de derim ki, “mesele, yükseltmekse AK âdemi, gerekirse yıkılsın akademi…”

Link: 

“Hanımların Dikkatine: ÖVER-REİS makinesi ayağınıza geldi...”


Hanımların dikkatine

Eskiden toplum nezdinde itibarlı bir makam-mevkiye gelmek veya rahat bir hayat sürmeye yetip artacak kadar maaş alınabilecek bir işe girebilmek için sahip olunması gereken şeyler listesi değişti. Düzeltiyorum, güncellendi. Bilgi/eğitim, birikim, tecrübe gibi edinilmesi zor ve uzun vakitler alan kıstaslar artık geçer akçe değil. Ne geçiyor derseniz, kara gün ile dostluğu herkesçe malum olan ak akçe ve bir dil olarak da “AKçe” epey prim yapıyor. AKçe diliyle yazılmış bir referans (torpil diye de bilinir) mektubu olmadan, günümüzde bırakın itibarlı makam mevkileri, sıradan da olsa bir mevkiye gelmek veya zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak kadar maaş alabilmek çok mümkün değil. Bu mektuplar genelde “selam ve dua ile” kalıbı ile biter. 

Vesayet Bitti

Eşini, çocuklarını, bütün ailesini ve akrabalarını, yönettiği üniversitenin kadrolarına yerleştiren rektörler sık sık haberlere konu oluyor. Ne yapsınlar kardeşim, daha layık insan bulamıyorlar ki... Rektörlük için profesörlük şartı da kaldırıldı, çok iyi oldu, temsilde adalet geldi. Gerçi, o şekilde alınacak rektörler tedarik edildikten sonra tekrar değiştirildi galiba. Kararnameler, kararnameleri düzelten kararnameler veya düzeltilmiş kararnamelerde bazı düzenlemeler hakkında kararnamelerin bir ya da birkaçında zannedersem bu hususlar geçti ama takip etmek için Kemal Gözler’e sahip olmak gerekiyor. Merkez Bankası başkan yardımcılığı için tecrübe şartı kaldırıldı. Madem bu bankanın adı Merkez, toplanıp gelebilsin herkes. Vesayet bitti hamdolsun, pratisyen doktorların bile başhekim olabildiği bir memleket olduk, daha ne olsun! 

Eskişehir’de AKP milletvekilinin 26 yaşındaki oğlu, bir ay önce üyesi olduğu THK’da il başkanı oldu, ortalık karıştı. Soruyorum, Eskişehir’in plakası kaç, 26. Çocuk kaç yaşında, 26. Millet olmuş bir çengi, iftirada denedi binbir rengi, göremedi buradaki ahengi! Vay efendim, o yaşta insanların aklı bir karış havada olurmuş, nasıl yönetici olurmuş falan... Yahu, hava kurumu bu, aklı havada olandan daha liyakatli biri olabilir mi bu iş için? Kayseri’de İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine atanan isimleri AKP il başkanı açıklamış diye eleştiriliyor. Müjdeli haberleri paylaşmasın mı milletle? Ne güzel işte, parti-devlet-millet elele...

Basit memuriyet mülakatlarında bile “reis denince aklınıza ne geliyor?” ve “reis için ölür müsün?” gibi liyakat ölçen sorular soruluyor. Muhtemelen bir Orhan Gencebay şarkısından ilhamen “bir aşk vardır bir gönülde, liyakat onu seven deli gönlümde” veya ona benzer bir şey diyorlardır işe girenler. Bir liyakat ölçüsü olarak aşk önemli. Aldığı ihalelerle gündeme gelen birisi, “Erdoğan'ın dürüstlüğünü, yiğitliğini gördüm, gördükçe aşık oldum. Doğrusu solculuk dönemimde Mevlana ile Şems’in arasındaki aşka anlam veremiyordum. Tanıdıktan sonra gördüm ki,  böyle bir ilahi aşk iki erkek arasında olabiliyor” demişti. 

ÖVER-REİS Makinesi

Formül çok karışık değil; baktın ki iş sakat, hemen içine biraz riya kat, gelsin sana liyakat! Başımızın taçlı belası coronoavirüs salgını boyunca iş yapamayan şarkıcılar, yiyecek ekmek bulamayacakları hususundaki endişelerini dile getirdiler. Haşmetli devletimiz, kendilerine youtube konserleri verdirmek suretiyle hem milletimizin moralini yükseltti, hem de fakir-fukara ünlülerin aç kalmasına müsaade etmedi. İçlerinden biri Boğaz’da lüks bir restoran açarak hayata tutunmaya çalışıyor. İşte o meşhur kişi demiş ki “herkes Reis’le beş dakika geçirse keşke...” Seksen küsür milyon insanımızın bunu gerçekleştirmesi çok mümkün değil. Diyorum ki, Reis ebatlarında ve onun hatlarına sahip bir robot yapılsa, yapay zeka falan yüklense... Seri üretimle çoğaltılan robotlar sokaklarda “Hanımların dikkatine: Över-Reis makinesi ayağınıza geldi. Beş dakika görüşülür, övgüler alınır” sloganlarıyla dolaştırılsa daha pratik olmaz mı? O beş dakikada isteyen Reis’i övsün, isteyen Reis’ten övgü dinlesin...
Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hanimlarin-dikkatine-over-reis-makinesi-ayaginiza-geldi_524420

Akademik Geçiş-gen-etik

akademik geçiş





Almanlar tek atomlu transistör yapmış. Bu bilginin pratikte ne anlama geldiği, günlük hayatımızı ne kadar kolaylaştırabileceği konusunda net bir bilgi yok. Geliştiren kişi/kişilere sormak istediğim sorular şunlar: Hadi bir tanesini yaptın, milyarlarcasını birbirine bağladığında nasıl çalışacak? Şimdiki kullandığımız bilgisayar ve telefonları çöpe mi atacağız, ya da ne zaman atacağız? Karlsruher Institut für Technlogie üniversitesi araştırmacılarının geliştirdiği bu şey, silikon transistörlere göre oldukça küçük hacimlere sahip (bir atom üun  hacmi ne kadarsa o kadar) ve yaklaşık olarak on bin kat enerji tasarrufu sağladığı iddia ediliyor. Muhtemelen ileride buna başka bir şey diyecekmişiz gibime geliyor, mantık olarak transistörlerin yaptığı işi üstleniyor olsa da atomik boyutlar klasik fizik kurallarının farklı çalışmaya başladığı bir alem. Bahsedilen çalışmada gümüş atomu kullanıldığı belirtiliyor. Atoma kadar inmişken hızını alamayan insanlık, bir sonraki aşamada atom altı parçaları da kullanmayı deneyecek herhalde.

Trabia: Transistör Rabiası

Her bir ilinde en az bir üniversite bulunan ülkemizin (sadece İstanbul’da 9’u devlet, 40’ı özel üniversite olmak üzere toplam 49 adet var!) bu tarz çalışmalarla gündeme gelemiyor olması üzücü. Hatta böyle çalışmaların, 3. Havalimanımızı kıskandığı devlet yöneticilerimizin ifadesi ile tescilli olan Almanlar tarafından yapılması daha bir sinir bozucu, nazire yapar gibi, tövbe estağfurullah… Bir şey diyeyim mi, bu çalışmalara 2004 yılında başlamış olsalar da Rabia modelinden ilham almış olabilirler. Transistör rabiası Trabia:Tek atom, tek transistör, tek sinyal, tek elektrik (Malum, eskiden elektrik kurumumuzun adı TEK’ti) Tabii onlar “Vierabia” diyorlardır muhtemelen, “ayn”en bizim gibi; ein atom, ein transistor, ein signal, ein electric…

Gündemdeki Bilim Dalı: Torpil Skandalı

Yerli ve milli akademisyenlerizin içinde o kadar liyakat sahibi ve başarılı olanlar var ki, bu başarıları kendileri ile sınırlı kalmayıp akrabalarına da sirayet ediyor. Bir üniversitemizde açılan yeni kadroları doldurmak için yapılan sınavları, orada çalışmakta olan akademisyenlerin çocuk ve eşleri kazanmış. Hangi üniversite olduğunu bilen biliyor, bilmeyen de internetten araştırabilir. Onu da yapamayacaklar için söyleyeyim; Sivas Cumhuriyet Üniversitesi. Bu tarz olaylar sadece bu üniversitede olmuyor tabii… Sıradaki cümlemiz, “Üniversitelerimiz, herhangi bir bilim dalı ile gündeme gelemeyecek mi?” diyenler için geliyor; neredeyse her ay bir başka üniversitemizin adı geçiyor “torpil skan”dalında… Düşünsenize, başarı grafiğini devam ettirebilirlerse, bir sonraki akademisyen kuşağı gene aynı soyadına sahip insanlardan  oluşabilir. Genetik bilimi açısından muazzam bir gelişme. Sloganları şöyle olabilir: “Gene gel, etiği boş ver” Geçiş-gen özellikli akademik yapımızdan feyiz alarak gelişen öğrencilerimiz, tek atomlu transistör meselesi ile ilgili olarak şunu merak ediyor olabilir: telefonlarımızı her gün şarj etmekten kurtulacak mıyız, tablette oynadığımız oyunlar hızlanacak mı, sosyal medya hesaplarımızda daha yüksek çözünürlüklü video ve resimler paylaşabilecek miyiz…

Off Yaparlar…

Of kaymakamı ile Japon imparatorunun makam odalarını karşılaştıran bir resim bugünlerde sosyal medyada paylaşılıyor. Eğitim ve teknoloji gibi makamların da bizim ülkemizde bir amaç olarak görüldüğünü resimler arasındaki ihtişam farkından anlamak mümkün. Hele de makamın elde edilmesinde liyakat gözetilmemişse, makam bir güç aracı olarak kullanılır. Örnek olarak her ay maaşının yedi katı kadar gayrımenkul taksidi ödemesi yapan bir kişinin bir belediyede imar işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olması verilebilir. Tabii ki bu kişiye verilen büyük cezanın görevden alma olduğunu söylersem hangi partiden olduğunu hemen bileceksiniz. Onlardaki en büyük ceza bu, adamı “off” yaparlar işte…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/akademik-gecis-gen-etik_471289

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: