Bu Blogda Ara

Arşiv

ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kuyruk Acıları

 

Kuyruk Acıları
Sefer Selvi Karikatürü

İktidarın her fırsatta geçmiş dönemlerle ilgili kınadığı ne varsa, maalesef bugün de yaşanıyor: Yargının siyasallaşması ve muhalif sesleri bastırma aparatı olarak kullanılması, vali, rektör ve bürokratların iktidar militanı gibi hareket etmesiyle parti devletine dönüşme, basının tektipleştirilmesi, tek adamcılık, kolluk kuvvetleri aracılığıyla kurulan korku imparatorluğu, yolsuzluk, adam kayırmacılık, enflasyon, işsizlik, kuyruklarda bekleme, hastane kapılarında çekilen çile...

Neredeyse her gün gelen zamlar yüzünden vatandaşlar, gece vakti gelecek zamlardan önce yakıt almak için istasyonlarda kuyruklara giriyor. Eskiden benzinin litresi, mazottan daha pahalıydı. Şimdilerde mazotun litresi 25 lira seviyelerini gördü ve benzini geçti. Hep elli liralık yakıt aldığı için zamlardan etkilenmediğini düşünen vatandaşlar artık iki litre ile ne kadar yol kat edebilirler bilmiyorum. Mazot fiyatının benzin fiyatını geçmesiyle, muhtemelen yurdun çeşitli yörelerinde, dizel araç sahipleri şöyle türküler söylemeye başlamıştır:

(İzmir yöresi)
"Şu dizeller dizeli, yorar gibi geldi bana
Bu gece 00.00'da, zam var gibi geldi bana
Bir münasip zamanda
Mesela gece saat onda
Buluşalım petrol istasyonunda
Der gibi geldi bana"

(Kayseri yöresi)
"Arabanın dizeli dolar bozduruyor
Ammanın amman, ben yandım amman!
Pompacılar kalem almış ferman yazıyor
Canım canım...

Az az basaraktan
Debriyajdan ayağı çekerekten
Yavaş giderekten
Gel canım gel amman"

(Sivas yöresi)
"Hey dizeller dizeller dizeller
Kuyruklara dizerler dizerler dizerler
Niye bizi üzerler üzerler üzerler"

(Şekip Ayhan Özışık usulü dizel araca sesleniş)
"Belki bir sabah geleceksin istasyona lakin vakit geçmiş olacak
Depon zamlı mazottan yudum yudum içmiş olacak
Dizel de olsa, güvenmem artık senin motoruna, fırsat geçmiş olacak
Depon zamlı mazottan yudum yudum içmiş olacak"

Belediyelerin üretip sattığı ucuz ekmeği alabilmek için insanlar, kar kış demeden saatlerce kuyruklarda bekliyor. Büyük miktarı ithal edilen ayçiçek yağının temininde sıkıntılar çıkacağını düşünerek yağ kuyruklarına giriyor. Kuyruklara girildikçe zam geliyor, zam geldikçe kuyruklar artıyor.

Seksenli yıllarda çokça dinlenen ve söylerken sanatçıların gözyaşlarını da akıttıkları “yağdır mevlâm su” şarkısı vardı. Suya hasreti anlatan o şarkı bugünlerde söylense “yağ’dır mevlâm su” denirdi herhalde. Beş litrelik şişelerini marketlerde bulmak çok zor. Yakında “boş” litrelik ayçiçek yağı da satılırsa şaşırmayacağız. İçindeki yağı bitmiş boş şişeyi ters çevirip, bir kapak kadar yağın dibe çökmesini bekleriz artık.

Çiçeği burnunda tarım bakanı, ayçiçek yağı stoklarının yeterli olduğunu söylese de, palm yağı, soya yağı ve kanola yağı gibi alternatif yağların gümrük vergileri sıfıra indirildi. Yağ operasyonu çeken baronlar varmış, Metin Külünk Bey söyledi. Ekonomi bakanı Nebati ise “operasyon çekenlere biz de operasyon çekeriz” diye tehdit etti.

Operasyonlu-baronlu, kesmeli raconlu metinler, Kurtlar Vadisi senaryosunda olur diye biliyorduk. Yağ gibi hayatî, mematî ve dahi nebatî bir konu Kurtlar Vadisi dizisinde olsa, baronunun adı “Lazzyağ” olurdu herhalde. Şöyle bir türkü söyleyen Lazzyağ hayal edin:

“Asarım zeytini de yağ salıni salıni
Adam evine taşır beş litrelik galoni
Oy ayçiye ayçiye
Zeytin koydum kesiye
Bakan seni saniyır da
Bir bağı pırasiye”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kuyruk-acilari_560303

Milletvekillerinin Anlatmadığı Ekonomi

 

Milletvekillerinin anlatmadığı ekonomi
Milletvekillerinin anlatmadığı ekonomi

Partisinin milletvekilleriyle görüşürken, ekonomik gidişatla ilgili artan eleştiriler hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bugüne kadar vatandaşımızı bu yük altında ezdirmemek için çok şey yaptık, ama biz yaptıklarımızı sahada gerektiği kadar satmıyoruz, halka anlatmıyoruz. Neyi, nasıl yaptığımızı anlatalım; anlatalım ki elimiz daha güçlü olsun” dedi.

Aslında, ekonomide neyi nasıl yaptıklarını bilen ve anlatan kişiler var, ama geleneksel medyada kendilerine yer bulamıyorlar, bulanların da imkânları kısıtlı. Sesleri de fazla çıkmıyor haliyle, alternatif mecraları kullanıyorlar. 

Erdoğan her ne kadar “satamıyoruz” dese de, iktidar sahiplerinin şu ana kadar en çok yapabildiği şeylerden biri satmak olmuş. Fabrikalar, madenler, limanlar... aklınıza ne gelirse artık! 

Zamanında 40 milyar dolar değer biçilen telekom şirketi 6,5 milyar dolara satıldı. Alanlar, kasasındaki paraları ve yıllık kârları ceplerine aktardı, yeni yatırım yapmayı bırakın, bakır kablolarını bile satarak kurumu borçlu hale getirdi. Bankalardan aldığı krediyi de ödeyemeyip gitti. Geriye, piyasa değeri 3 milyar dolar civarlarına düşmüş bir enkaz bıraktı. 

5 milyon liraya satılan kâğıt fabrikası kapatıldı. Alanlar, içerisindeki makineleri 11 milyon liraya satmışlar. Yıkılan fabrikanın arazisini de TOKİ 60 milyon liraya almış, konut yapmak için. 

Dışarıdan bol ve ucuz dövizin geldiği yıllar oldu, ama gelen para inşaat ve beton işlerine harcandı. İhale kanununda yüzlerce kez değişiklik yapıldı, ihalelerin kendilerine yakın firmalara gitmesi için her şey yapıldı. Bütün dünyada, en çok kamu ihalesi alan on firmanın beşi bu topraklardan çıktı. Çoğu ihaleyi alanlar, ihale için gerekli finansmanı sağlamak için hazinenin kefil olduğu krediler aldılar. Bir birim maliyetli iş on birim fiyatla ihale edildi, 25-30 yıl boyunca işleyecek kullanım bedelleri Hazine tarafından garanti edildi. Krediyi veren veya ona kefil olan devlet, garanti ödemelerine maruz kalan devlet, ama sorarsanız “kasadan tek kuruş ödemeden” özel şirketlere yaptırıldı. 

Kütahya Zafer Havaalanı için yıllık 1 milyonun üzerinde yolcu garantisine ulaşılmış (kademeli bir şekilde daima garanti sayısı artıyor) ama geçen yıl havalimanını kullanan yolcu sayısı binlerde kalmış. 

Onlar da, Nemrud ateşini söndürmeye koşan karınca misali, “en azından safımız belli olsun” demişlerdir her halde...

KÖİ (Kamu-Özel İşbirliği) denilen modelle yapılan projelerde borçlar da, kullanım bedelleri de dolarla belirleniyor. Yıllık olarak dolar enflasyonunun üzerine kur farkları hesaplanarak vatandaşa çıkan maliyet “güncelleniyor”.

Milyonlarca dolar değerinde vergi borçları bir kalemde silinen firmalar mı dersiniz, kesinleştikten sonra, yapılacak işleri veya maliyetleri alan lehine değiştirilmiş ihaleler mi... Karar Gazetesi ekonomi yazarlarından İbrahim Kahveci, projenin başında açıklanan maliyetle, yapımı bittikten sonra açılışında açıklanan maliyetler arasında fahiş farkların olduğu ihaleleri yazıp duruyor, işletme süresi sessiz sedasız 5 yıl daha uzatılan köprüleri de...

İthalatın önü açıldı, “paramız var ki alıyoruz” dendi. Yerli üreticinin 2300 liraya sattığı buğdaya 6200 lira verip ithal ettiler. Venezulla’dan peynir ithalatının önünü açtılar. Mercimek yetiştirmek için tohumu bizden alan Kanada, bize mercimek satmaya başladı. Buğday ve ayçiçeğini Rusya ve Ukrayna’dan milyon tonlarca ithal ediyoruz. Suyu, elektriği, mazotu, gübresi ve tohumu ithal eden/dolara endeksli kullanan çiftçi iflâsa sürüklendi.

Ne yaptılarsa artık, evlerinde günde beş defa çay demleyen vatandaşların olduğu ülkede, çay kurumu zarar ediyor. Şeker fabrikaları satıldı, satılanlardan kapatılanlar oldu. 

Doları kontrol altında tutuyoruz demek için 128 milyar dolar yakıldı, sonuçta doları tutmak mümkün olmadı. Çin işi, Japon işi bir şeyler deneyeceğiz dediler, faizi indireceğiz dediler, kuru bilerek yükselteceğiz bizim model böyle dediler. İndirdikleri tek faiz, bütün faizleri yükseltti, dövizler fırladı, enflasyon uçtu.

Kerameti kendinden, kur azameti vatandaşın vergisinden menkul olan kur korumalı bir mevduat sistemi getirdiler. Konu komşuya dert oldu, kur korumalı sistemin kerameti. Savaşın da etkisiyle artan kurları baskılamak için yaktıkça yakıyorlar rezervleri şimdi de. 

Meğerse bütün keramet, rezervdeymiş be Nebat...

Tek zamla elektrik faturaları iki buçuk katına çıktı, bir senede mazot fiyatı 3 katını geçti, vatandaşla dalga geçer gibi, bir de demezler mi en düşük benzin ve mazotun satın alınabildiği ülke Türkiye diye...

Erdoğan haklı, bu milletvekilleri, ekonomide neyi nasıl yaptıklarını anlatmıyor...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/milletvekillerinin-anlatmadigi-ekonomi_559888

Fransformers

 


Ekonomide zor günler geçiren Fransa, % 7’lik oranla, tarihinde görülmemiş bir enflasyonun pençesindeymiş.

Tek haneli enflasyon sizi aldatmasın, Fransa’nın bütün haneleri bu durumdan feci halde etkileniyormuş. Daha önce 150 euro’ya dolan alış veriş filesi, artık “file not found” hatası veriyormuş, zira aynı fileyi doldurmak için, şimdi tam yedi katı olan 750 euro gerekiyormuş. Zavallı Fransızlar, onları düşündükçe gözler dolar, yürekler sızlar...

% 7 enflasyonun fiyatları yedi katına çıkarmadığını, zaten 150’nin yedi katının da 750 etmediğini söyleyip hemen itiraz etmeyin lütfen. Hava durumu bültenlerinde duymuşsunuzdur, bir ölçülen sıcaklık vardır, bir de hissedilen... Fiyatlar yedi katına çıktı, vatandaş ayvayı yedi, ama ölçülen enflasyon yüzde yedi! Nasıl mı?

Fransa’da enflasyonu FÜİK (Fransızları Üzmeyen İstatistikler Kurumu) ölçüyormuş. Enflasyon sepetindeki ürünlerin ağırlığını sürekli değiştiriyor, M-AKron iktidarına yakın zincir marketlere haber uçurup, fiyat ölçümü yapacağı günlerde belli ürünlerin fiyatını düşürtüyor ve enflasyonu düşük gösteriyormuş. Fiyatı FÜİK zoruyla düşürülen ürünleri almak için marketlere koşan halk hayal kırıklığına uğruyormuş; çünkü marketler o ürünlerin stoklu olduğunu ve maalesef stokların da hemen tükendiğini söylüyormuş.

“Burası Paris, her türlü çakallığı yaparız” denerek, allem ederek, kallem ederek, tek hane bulunan enflasyon insanları can evinden vurduğu için halk arasında “vuranflasyon” denmiş, sonra da kendisine yerli ve millî bir isim bulunmuş “Franflasyon” olmuş. Franflasyon rakamını muhalefet “bu nasi’l vous plaît?” pankartlarıyla protesto etmiş. (“Si’l vous plaît”, lütfen manasına geliyor, Fransızca kibar bir dil olduğu için protestolar da kibarca yapılıyormuş.)

Karşı çıkan insanlardan bahsederken Cumhurbaşkanı M-AKron “mon şer cephesi” diyor, ekonomi bakanı Noireddin Végétî “lö sev, lö terket” diyerek kapıyı gösteriyormuş. Vatandaşlar da ne yapsın, “o, mon diyö!” başka bir şey demiyormuş.

Fransız yöneticiler, sayılarla oynamayı, işlerine geldiği gibi onları eğip bükmeyi çok seviyormuş. Yeni bir yatırım için harcanan paradan bahsederken, sayıları eski para birimleri olan Frank cinsinden söylerlermiş. İş, borçları saymaya geldiğinde ise euro birimini kullanırlarmış. Milletvekili Yélise “eskiden tuvalete 10 frank veriyorduk, hamdolsun şimdi 2 euro veriyoruz” diyerek eski Fransa ile yeni Fransa karşılaştırması yapıp dururmuş.

Başka ülkelerin çok daha kötü durumda olduğunu iddia ediyorlarmış. Kendileri, sayısal verilerde türlü türlü değişiklikler yaparak halkı aldattıkları için, bütün ülkeleri kendileri gibi bilip, onların da aynı şeyi yaptığını düşünüyorlarmış. Bu düşünceye “Fransformasyon” deniyormuş. Türkiye’de % 36 ölçülen enflasyonla dalga geçiyor ve gerçek enflasyonun % 115’lerde olduğunu anlatıyormuş milletvekilleri. Düşünebiliyor musunuz, 20 yıldır şahlanagelmiş, her günü bir öncekinden çok daha iyi olan, uçmalara doymayan, her daim en kötü günleri geride bıraktığımız ekonomimizi neyle itham ediyorlar?

İç siyasette kendilerine malzeme çıkarabilmek için durmadan dış düşmanlar icat ediyorlarmış. Burunları kanasa, ya da peynir fiyatları yükselse, “başaramayacaksınız, çanları susturamayacaksınız, bize diz çöktüremeyeceksiniz” diyerek Hollanda ineklerine ve yel değirmenlerine savaş açarlarmış. Söz dalaşına girdikleri herhangi bir ülkeye, mahalle kavgasında dahi söylenmeyecek lâfları sıralarlarmış. Eyfel Kulesini duydunuz mu hiç? Aslında onun adı “Eyyyfel Kulesi”. Kulenin başına çıkıp, rüzgâr hangi ülkeye doğru esiyorsa oraya dönerek, “eyyy...” hitabı ile başlayan meşhur tiradlarını icra ederlermiş. 

Bir gün “şerefsiz, katil” dedikleri ülkeye ertesi gün fütursuzca methiyeler düzebilirlermiş. Fransformers bunlar, durmadan şekil ve yön değiştirebilirlermiş. Batıya yürüyen bir robot gibi görünürken, bir bakmışsınız, hoop, körfeze yönlenmiş araba...

Hava atmak için, yatarak tedaviye ihtiyacı olmayan ülke dışındaki covid hastası bir vatandaşını ambulans uçakla ülkeye getiren Fransızlar, aylardır artan gerilime rağmen Ukrayna’daki vatandaşlarını getirmek için kılını kıpırdatmamış. Üstüne, Air France, Ukrayna biletlerini 10 katına çıkarmış, seferleri de iptal etmiş.

Ne diyelim, Fransa’da yaşamadığımız için ne kadar şükretsek azdır...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/fransformers_559454

Büyük Boş'un Derdi Büyük Olur...

 


Önce değerlerin içi oyuldu... Günlük siyasetin girdapları içine çekilen, üç beş oy için yem olarak kullanılan manevi değerler artık “değmez” oldu.

Uygulanabilirlikleri zamana, zemine, şartlara ve menfaatlere göre değişen prensipler, haliyle prensip olmaktan çıktı. Düşmanların ismi ve sayısı günlük olarak değişti. Düşman için adalet işlemedi, dostlar için liyakat aranmadı. Kul hakkı ve Allah korkusundan dem vurup, sahabelerin hayatından menkıbeler anlatan bazıları, dava dedikleri bir şeyi bahane ederek rüşvet alıp vermekten, yolsuzluk ve hırsızlık yapmaktan, kamu mallarını gasp etmekten imtina etmedi.

Elektrik veya kütle çekim hesaplarını kolaylaştırmak için, üç boyutlu nesnelerin küresel simetri özelliğini kullanarak bütün yükün yüzeyde toplandığını kabul eden “Gauss Yüzeyi” yaklaşımına benzer şekilde, kurumların içi boşaldı ve kurum deyince akıllarına sadece yüzeysel olan özellikleri geldi. Devasa ve gösterişli binalar inşa edilince, şatafatlı kutlamalar yapılınca kurumsallığın arttığı zannedildi.

Mesela, her ile bir üniversite açıldı ama bazılarında rektör, altı fakülteye birden dekanlık yapmaya mecbur kaldı. Bazı rektörlerin, üniversiteyi aile çiftliği gibi kullandığı haberleri hiç eksik olmuyor. Yeni üniversitelerin yönetim ve öğretiminde kalite problemi çıkınca, kontenjanları da boş kaldı. Eski ve iyi üniversitelere yaklaşamadıkları anlaşıldı, neyse ki, yöneticilerimiz adaletli davranmayı seçip, sistemi oturmuş üniversiteleri bozarak dengeyi sağlamaya çalışıyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne malum rektör tayini sonrası gelişen olaylar hala tazeliğini koruyor. İdari yapılanmayı keyfince şekillendirebilmek adına ihtiyaç olmayan yeni fakültelerin ihdası, yeni ve alternatif vakıfların kurulması, üniversite genel sekreterliğine lisans öğrencisinin yerleştirilmesi sanki Boş Boğaziçi oluşturma maksadına matuf çabalar gibi görünüyor.

Üniversite sınavlarında baraj puanlar da kaldırıldı, boş üniversite mefhumunun içi dolduruldu. 19.90’dan başlayan puanlarla, karşınızda “Boş Boğaziçi Üniversitesi” diye bir kampanya görsek şaşırmayız yani... 10 milyona yakın genci fakültelere doldurunca nasıl eğitim verilecek, okulu bitiren öğrencilere nasıl istihdam sağlanacak soruları şimdilik sorulmuyor. Yeter ki, dünyanın en büyük binalarına en çok öğrenciyi yerleştirdiğimiz bilgisi ile hava atalım, gençleri politik tartışmalardan ve iş aramaktan bir süre uzak tutalım...

Şehirlerin dışına, koca koca hastane binaları dikildi. İnşaat ve işletme maliyetlerinin yüksekliği ve ihalelerinin kimlere hangi şartlarla verildiği kamuoyunda tartışılan şehir hastaneleri bunlar. Kampüse girişte restoranlar karşılıyor sizi. Hastane kapısında sağlı sollu kafeler, içerisinde ise oyuncak dükkanları falan... Şehir HastAVM’leri desek daha doğru belki de.

Şiddete maruz kalabilen, maaş ve özlük haklarının yetersizliğinden şikayet eden doktorlar, özel hastanelere ve yurtdışına kaçıyor. Bazı şehirlerde, bazı bölümler için doktor randevusu almak imkansız hale gelmiş. Alarmlarını 15.59’a kuran vatandaşlar, 16.00’da açılacak ve saniyeler içerisinde kapışılacak randevuları gözlüyor. Randevu alacak kadar şanslı olanlar, beş dakika sürecek muayene hakkı kazanıyor. Tahlil ve tetkikler için bazen aylar sonrasına gün veriliyor. Devlet hastanelerindeki doktor sayısı azaldıkça kalan doktorların iş yükü artıyor, bu da kaliteyi ve memnuniyeti düşürüyor. Hasta memnuniyeti azalınca sağlık çalışanlarına şiddet vakaları patlıyor. Doktor memnun değil, hastane çalışanları memnun değil, hasta ise hiç memnun değil ama sorarsanız İngiltere’yi kıskandıran bir sistem var.

Hekim dışı sağlık personelinin hekim olabilmesi için kanuni yolların açılmasını isteyen Anadolu Sağlık-Sen yöneticisi, sanırım “sağlık sisteminin içini daha çok nasıl boşaltabiliriz?” sorusuna cevap vermeye çalıştı. Temennisi gerçekleşirse muhtemelen “her işin boşu sağlık” deriz artık...

İlaç alma kısmı ise daha çetrefilli. SGK bazı ilaçları ödüyor, bazılarını belli bir kısma kadar karşılıyor, bazılarına da hiç karışmıyor. Eczaneye faturasında öyle kalemler var ki, kafadan hesaplayabilmek veya anlamak mümkün değil. Reçeteye yazılmadan alırsanız 10 lira ödeyeceğiniz bir ilacı, reçeteye yazılırsa 25 lira ödeyerek almanız gerekebilir. O kadar çok istisna ve fark ödemesi var ki, insan sağlık sigortasının ne işe yaradığını anlamıyor.

İnsanların hayatına en çok dokunan eğitim ve sağlık konusu yazıyı kapladı, güvenlik ve adalet kurumlarına yer kalmadı.

Son aşamada ekonomi de boşaldı. Zedelenen adaletle güven duygusu kaybedildi, yabancılar kaçtı, rezervler ve kasalar boşaldı. Enflasyon arttı, tencereler boşaldı. Baklavaların kilosu 200 liraların üstüne çıkınca, boş baklava satılır oldu. Boş baklavayı takiben boş tostlar çıktı piyasaya. İnşallah, kaşarlı tostun boşu ile sucuklu tostun boşu aynı fiyata satılır da “tostumsal fiyat eşitliği” sağlanır. Bu gidişle, boşmacun, laf salatası ve boş dürüm-dü(ş)rüm gibi ürünlerin çıkması da yakın...

Bu kadar içi boşalan değer, prensip ve kurumları ve dolayısıyla ekmekleri doldurmak için altı dolu çözümler gerekir. Altı dolu’nun toplandığı yuvarlak masada inşallah bu çözümler geliştirilecektir, Türkiye “boş”tan büyüktür...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/buyuk-bos-un-derdi-buyuk-olur_559020

Nu$reddin Hoca Fıkraları

 


Reuters kaynaklı bir habere göre, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, bakan yardımcısı olduğu zamanlarda dış yatırımcılarla yaptığı toplantılardan birinde, yatırımcıların sorularını cevaplamak yerine onlara çocukluk hikâyelerini anlatmış ve bunun üzerine yatırımcılar herhangi bir taahhütte bulunmadan ayrılmış.

Biz de, bu vesileyle nükteleri ile meşhur Nu$reddin Hoca’dan bir kaç fıkra aktaralım: 

Ya tutarsa?

Nu$reddin Hoca bir gün, borç denizinde yüzen bir ekonominin başında durmuş, elindeki kepçeyle ekonomiye yeni model atıyormuş. Köylünün biri onu o halde görünce dayanamayıp sormuş:

“Hocam, hayırdır, ne yapıyorsun öyle?”

“Yeni ekonomi modeli atıyorum”

“Koca ekonomi, hiç yeni model tutar mı?”

“Ya tutarsa?”

“Ben zaten inecektim...”

Nu$reddin Hoca, eşekonomisine binip gezmeye çıkmış. Bir anda, eşekonomi tökezleyince Hoca da yuvarlanıp yere düşmüş. Mahalleli kendisine bakıp gülmüş, ama Hoca bozuntuya vermeden, “Ne gülüyorsunuz, ben zaten inecektim” demiş. 

Peşin paranın kokusu...

Günlerden bir gün, alacaklıları Nu$reddin Hoca’nın kapısına dayanmış paralarını istiyorlarmış. Nu$reddin Hoca kendinden emin bir şekilde: 

“Kolay o iş, yakında hepiniz paranızı alacaksınız” demiş. Hoca’nın rezervlerinin borç ödeyebilecek durumda olmadığını bilen alacaklılar şaşırmış. Borçlarını nasıl ödeyeceğini sormuşlar. Hoca anlatmaya başlamış: “Şimdi biz faizi indireceğiz, faiz inince dolar yükselecek. Dolar yükselince ihracatımız artacak. İhracat artınca ülkeye döviz girişi olacak. Giren dövizleri toplayıp size borçlarımızı ödeyeceğiz.” 

Alacaklılar gülmüş bu senaryoya. Hoca da “sizi gidi köftehorlar” demiş, “peşin paranın kokusunu aldınız, gülersiniz tabi...”

Ters yön

Yeni teslim aldığı eşekonomiye ters binen ve ters yönde ilerleyen Nu$reddin Hoca, trafikte seyrederken bir anons duyulmuş: “Dikkat, dikkat, ters yönde ilerleyen bir sürücü trafiği tehlikeye atmaktadır”

Karşıdan gelen araçlara bakarak iç geçiren Nu$redddin Hoca kendi kendine söylenmiş: “Ne bir sürücüsü, hepsi ters gidiyor hepsi...”

El elin parasını halay çeke çeke dağıtırmış

Nu$reddin Hoca, bir yandan çevresindekilere fütursuzca para dağıtırken, bir yandan da halay çekiyormuş. Tanıdıkları Nu$reddin Hoca’ya sormuşlar: “Para dağıtırken nasıl halay çekebiliyorsun?” Hoca cevap vermiş: “El elin parasını halay çeke çeke dağıtırmış...”

Tam da açlığa alışmıştı

Yokluk ve kuraklık zamanlarının birinde Nu$reddin Hoca, eşeği Kurakçan’a verecek yem bulmakta zorlandığı için çareyi yemi günden güne azaltmakta bulmuş. Her gün, bir önceki gün verdiği yemin yarısını koyuyormuş yemliğe. Gün geçtikçe takatten düşen Kurakaçan, kesintilere dayanamayarak ölmüş. Kurakaçan’ın öldüğünü gören Nu$reddin Hoca: “Tüh, tam da açlığa alışmıştı... ”

Ciğerezerv buradaysa kedolar nerede?

Pazarda dolaşırken Nu$redin Hoca’nın ciğerezerv çekmiş. Cebindeki swaplarla bir ciğerezerv alıp merkeze götürmüş ve akşama pişirmelerini istemiş. Akşam olup merkeze geldiğinde, ciğerezervi kedoların yediğini söylemişler. Hemen kedoları alıp tartan Nu$reddin yapıştırmış cevabı: “Ciğerezerv buradaysa, kedolar nerede?”

Bizim çocuklardan birinin anası ağlayacak 

Her biri farklı şehirlerde yaşayan evlâtlarını ziyarete giden Nu$reddin Hoca, önce büyük oğluna uğramış. İşlerin nasıl gittiğini sorunca büyük oğlu “bütün beklentimi ithalatla yapacağım işe bağladım, kur düşmezse anam ağlayacak” demiş. Ertesi gün, küçük oğlunun yanına gitmiş ve ona da işlerin nasıl gittiğini sormuş. O da “bütün paramı, yapmayı planladığım ihracat için harcadım. Kur yükselmezse anam ağlayacak” demiş. 

Eve morali bozuk bir halde dönmüş. Hanımı onu görünce suratının neden asık olduğunu sormuş. Hoca: “Benimki önemli değil, asıl sen kendini düşün. Kur yükselse de, düşse de bizim çocuklardan birinin anası ağlayacak.”

Aklın varsa swapa koş swapa!

Günün birinde Nu$reddin Hoca, merkezi ile birlikte odun kesmeye gitmiş. Kur’u ve gevremiş odunları kesmiş ve merkezin sırtına yüklemiş. Yolda giderken, aklına odunların tutuşup tutuşmayacağı takılmış. Küçük dallardan birini tutuşturmayı denemiş. Başlangıçta, çıtır çıtır yanan odunların sesi ve kokusu ikisinin de hoşuna gitmiş. Lâkin, kısa süre içinde kur’u odunların tamamı ve merkezin semerezervi yanmaya başlayınca merkez hoplayıp zıplamaya başlamış. Bu duruma içi yanan Nu$reddin Hoca merkezine: “Merkezim, aklın varsa swapa koş swapa... yoksa halin duman!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/nu-reddin-hoca-fikralari_557336

Yeterodoks Ekonomi

 

Yeterodoks Ekonomi
Sefer Selvi karikatürü

Büyüleyen gözleriyle, ı$ıl ı$ıl, ye$il ye$il bakan ve partisine sevdalanmış yüreklere damla damla akan Nebati bakan, karanfiller gibi renkli, bülbüller gibi ahenkli, neş’eli, sevinçli, zevkli bir şekilde nağme nağme şakıyorken, bir anda söylem değiştirdi.

Önceleri, kahvehanede konuşan dayıların kullandığı dilden çok farklı olmayan sözler sarf ediyordu, kendisine rakam ve veri sorulunca gözlerindeki ışıltıyla cevap vermeye çalışıyordu. Doları nasıl indirdiklerini anlatırken kıpır kıpır olduğundan bahsediyordu.

İş dünyası ve para çevrelerini etkilemek, “bu işten anlıyorum” demek için olsa gerek, tam olarak şöyle dedi: “Biz, ortodoks politikaları bir tarafa koyduk. Artık heterodoks politikalar var. Bunu yaparken de eklektik olmayı, ülkenin gerçeklerine, iç dinamiklerine uygun bir şekilde maliye ve para politikalarını da birlikte yürüterek, bütçe disiplininden taviz vermemek koşuluyla yolumuza devam edeceğiz.”

Politikaları ne kadar heterodoks olur bilmiyorum ama ekonomi yönetiminde bazı paradokslara imza attıkları kesin. Faize karşı olduklarını söyleyip Merkez Bankası’nın politika faizlerini düşürdüler ama hazinenin borçlanma faizi, bankaların mevduat faizleri, konut-taşıt-ihtiyaç kredilerinin faizleri, kısaca diğer bütün faizler yükseldi.

Halk, millet, fakir edebiyatı yaptılar, milletten topladıkları parayla doldurdukları kesenin ağzını bankalara, bankada parasını faize yatıranlara açtılar. Faizlerin kur farkını hazine ödeyecekmiş, eli bol, nasıl olsa buna fetva verecek cübbeli bol...

“Yüksek kur iyidir, ihracatımız artar, döviz girişi olur” dediler, “biz bilerek yükseltiyoruz, bundan sonra böyle, Çin gibi olacağız” dediler. Afrika paraları dahil bütün para birimleri karşısında TL değer kaybetti. Dengesiz ve öngörülemez şekilde seyreden kurlar, fiyatların da anlık değişimine sebep olur. Böyle durumlarda insanlar, fiyatı daha da yükselmeden, alabiliyorsa ihtiyaçtan fazlasını almaya çalışır. Satıcılar da maliyetlerin ani yükselmesi ile baş edebilmek için satmakta acele etmez. Bu da mal ve hizmet piyasası için kaos demektir.

Market-pazar fiyatları alıp başını gidince, kerameti kendinden menkul bir mevduat (faiz deyince kızıyorlar) sistemi getirerek ateşi söndürmeye çalıştılar. Bankaların, piyasaların ve döviz bürolarının kapalı olduğu saatlerde “biz bir şey yapmadık, vatandaş rekor seviyede döviz bozdu” dediler. Halbuki, o günlerde, vatandaşların döviz hesaplarındaki varlıkların arttığı ve merkez rezervlerinin mum gibi eridiği, Merkez Bankası ve BDDK verileriyle ortaya çıktı.

“Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” dediler, aylar önce faizi düşürdükleri halde kendilerinin ölçtükleri enflasyon bile günden güne artıyor. Üretici fiyat endeksi %90 artarken, bu artış tüketici fiyatlarına %36 yansıyormuş. Yıllardır açıklanan rakamlar bu minvalde. ÜFE, TÜFE’nin en az iki katı! Hadi, bir ay için doğru olduğunu farz edelim. Normalde üretici, ayakta kalabilmek için maliyet farkını fiyata tatbik eder ve muhakkak bir sonraki ay tüketici fiyatları katmerlenerek artar.

Don Kişot gibi zincir marketlere savaş açtılar, fırsatçılıkla ve fahiş fiyat uygulamakla suçladılar. Marketlerin hepsi birden fahiş fiyatlarla satış yapıyorsa, resmi enflasyon nasıl böyle güdük kalmayı başarıyor? Enflasyon böyle düşükse fiyatların fahiş olduğuna nasıl kanaat getirildi?

Dolar, 9’dan 18’e fırladığında sade vatandaşın dolarla ne işi olur diyenler, 18’den 13’e inmesinin zaferini kutluyor. Benzin, mazot, doğalgaz, elektrik gibi bütün üretim taşıma depolama maliyetlerini logaritmik olarak artıran maliyetler zamlandı ama “dolar indi, bütün market fiyatları da inmeli” diyorlar. “Son zamlarla yaptıklarıma bakma ne olursun, benim AKlım başımda değil” şarkısını söylüyorlar adeta. Sadece akaryakıta, 2021 yılı içerisinde 46 defa zam gelmiş. Biliyorsunuz, ülkemizde ham petrol var ama şimdilik “çıkarttırtmıyorlar”. Güzel ülkemiz ham petrolden kazanamıyorsa “zam petrol”den kazanır, evvelallah...

Esnafı stokçulukla suçlayanlara sormak lazım; otoban, köprü, yol, hastane ve bilumum KÖİ projesinde 20-25 yıllık geçiş-kullanım garantisi stoklayanlar ceza alacak mı? Beş yıllık kullanım hakkı olduğu halde, kıyıların bedava devredildiği, limanları 49 yıllığına işletme hakkı verilen yabancılar stok yapmış olmuyor mu?

“Her evin önünde 2-3 araba var, kapıcılar bile araba sahibi oldu” dediler. Bugün ise "benzin, motorlu taşıtlar vergisi, köprü, otoyol, emlak vergisi, pasaport harcına yapılan zamların, dar gelirli vatandaşın değil, bir avuç zenginin sorunu olduğunu" söylüyorlar. Dar gelirlinin arabası yok ki vergisini versin diyorlar. Haliyle, köprüden ve otoyol parasından da etkilenmiyormuş. Yurtdışına çıkabiliyor mu ki pasaport harcı zamlarına muhatap olsunmuş. O zaman “zamlar kimin için çalıyor?” Zamların muhatabı olan kişi sayısı çok az ise milletin büyük kısmı fakir demek istiyorsunuz. Yok, zengin sayısı fazla ise ve bu zamlar o zenginleri etkiliyorsa halkın büyük kısmı etkileniyor.

Sabit gelirlilerin yarısından fazlası asgari ücretle maaş alabiliyor, işsizlik had safhada, arabası olmasa bile aldığı ekmeğin bile fiyatı MTV’den, otoyol ücretinden etkileniyor. Vatandaş, geçmediği köprünün, kullanmadığı otoyolun, gitmediği hastanenin ve uçmadığı havalimanının kullanım ücretlerini ödüyor. Bırak yurt dışına çıkmayı, yaz tatillerinde memleketine gitmeye parayı zor bulanlar var.

Heterodoks falan dinlemez, millet bu paradoksları gördükçe “yeterodoks” kartını çıkarıp gösterir... 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yeterodoks-ekonomi_556450 

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: