Bu Blogda Ara

Arşiv

matematik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
matematik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MatemaTüik

 

Matematüik
İbrahim Özdabak Karikatürü

İstatistiki sayılar ve hesaplamaların, nereden ve nasıl bakıldığına göre farklı algılanabiliyor/sunulabiliyor oluşu, gerçekleri çarpıtma isteği içerisinde olan ehl-i cerbezeye türlü fırsatlar veriyor. Hemen küçük bir örnek verelim: atacağı altı yüzlü zarın üstünde gelen sayıya göre hayatı bağışlanabilecek bir idam mahkumu düşünelim. 3 rakamı gelirse cezası affedilecek, 3 harici herhngi bir rakam gelirse de cezası infaz edilecek olsun.

Şimdi, gerçekleri çarpıtmayı kendine misyon edinmiş biri, bu mahkuma gidip “attığın zarda ya üç gelir ya da gelmez, dolayısıyla yüzde elli yaşama şansın var” dese, istatistik fenninden fazla nasibi olmayan mahkumumuzu kandırabilir. Ya da elli milyon kişinin katıldığı bir piyango için bilet satmaya çalışan bir bayinin müşterilerine “ya kazanacaksınız veya kaybedeceksiniz, başka bir ihtimal yok o yüzden şansınız yüzde elli” demesi gibi... Söylenen şey (iki ihtimal olduğu) ilk bakışta mantıklı ve doğru gelse de bu ihtimallerin ağırlıkları hesaba katılmazsa yanlış çıkarımlar yapılabilir pekala...

Son yıllarda, ülkemizde pek çok farklı konuda resmî olarak açıklanan rakamlar vatandaşlar nezdinde şüpheyle karşılanır oldu. Özellikle ekonomi ile ilgili rakamlarda inandırıcılık katsayısı giderek düşüyor. Milli gelir hesaplama formülünü bir değiştirdiler, kağıt üzerindeki gelirimiz bir anda adam başı iki bin dolara yakın bir artış gösterdi, üstelik hiç beklemeden ve üretimi/kazancımızı değiştirmeden! Bir enflasyon hesabı yapıyorlar kardeşim, aklımız duruyor, çünkü iğneden ipliğe her şeyin fiyatı katlandığı halde enflasyon rakamı da belli seviyelerde duruyor. Enflasyon sepeti içerisindeki ürünlerden fiyatı en çok zamlananın ağırlığını düşürüp fiyatı en az değişenin ağırlığını artırmak, belli market zincirleri ile anlaşıp ölçüm yapılan belli günlerde geçerli olmak üzere, belli ürünlerde düşük fiyat uygulamak gibi türlü desiseler çevrildiği iddia ediliyor. Uzmanları yazıp duruyor böyle şeyleri...

Kapanan işyeri sayısı ve işini kaybeden çalışan sayısı her geçen gün artarken, işsizlik oranlarının azaldığını söylüyorlar. Bunun yanında büyüme oranlarımızın da maşallahı var, makul ve makbul bir aralıkta sabit tutuluyor neredeyse. Bunların hepsi, “matematüik” hesapları ile bulunuyor tabi. Buradaki ü harfi vatandaşı üzmeyecek rakamların bulunmasını ifade eder. Yapılan yatırımlardan söz edildiğinde, liramızdan altı sıfır atılmadan önceki tutar cinsinden karşılığı zikredilirken, vatandaşın vermesi gereken ücretlerden bahsedilecekse daha küçük bir sayı telaffuz etmek için dolar-euro karşılığı kullanılıyor mesela...

Yine vatandaşı üzmemek adına cümle alemin 7 civarında ölçtüğü deprem kayıtlarımıza 6.6 diye geçebiliyor. Covid-19 konusunda Türkiye Tabipler Birliği’nin “87 bin yeni hasta” olduğunu açıkladığı gün Sağlık Bakanlığı hasta sayısını 3 bin kişi diye duyurdu. Malum turkuvaz renkli tabloda Türkiye genelinde Covid-19 sebepli 92 vefat görünürken, o gün sadece İstanbul’da 164 kişinin bu sebeple öldüğü söylendi. Hadi bizi boşverin, herkes kendi çevresinde virüs bulaşan kişilerin haberini alabiliyor, hastanelere işi düşen oradaki kalabalığı görebiliyor. Bize yakın ülkelerde günlük 50-60 bin kişinin hasta olduğu açıklanırken, bizde 4 haneli sayılarla ifade edilen hasta adedini dünyaya nasıl anlatıyoruz?

***

Düne kadar uçuşlarda olduğu, aynı anda hem pik yapıp hem de buna zıt bir şekilde V tipi yükseliş gösterdiği söylenen ekonomimizde kurtuluş savaşı verdiğimiz ifade edilerek bir reform yapılacağından bahsedildi, bu sebeple bazı acı reçeteler alınabileceği hatırlatıldı. Maalesef ki, hemen  acı reçetelere başladık, KKTC’ye giden resmi heyetimiz ve maiyetindekiler, seyahatte, bir kavle göre yedi bir başkasına göre ise sadece altı farklı uçak kullanabildi! Saraya yakın gazetecilerden biri, böyle seyahatlerde kullanılan uçakların orijinal olmadığını, ucuza gelsin diye “uçakma” diye tabir edilen çakma uçakların tercih edildiğini yazabilir belki.

Böyle kalabalık bir heyet-i umumiyenin Kıbrıs’ta layıkınca karşılanabilmesi için uygun bir saray bulunmadığını da biliyor muydunuz? “Bana bir dayanak noktası verin size dünyayı kaldırayım” diyen Arşimet gibi bizimkiler de hemen “bize 5 dönüm yer verin, size dünyanın kıskanacağı bir saray yapalım” demişler. Eee, Arşimet suyun kaldırma kuvvetini keşfettiyse, AKşimetlerimiz de betonun kandırma ve kalkındırma gücünü “AKşimatematüik” kullanarak keşfetmişler, evelallah... 

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/matematuik_532149

Harfiyat Kanyonu ana sayfası

Sayı-sallama


Sayı-sallama
Günümüz modern matematiğine gelen yolun, çakıl taşları ile yapılan hesaplamalarla başladığı söylenir. Tabiî en eski zamanları düşünürsek; insanların etrafta ilişkili olacağı nesne, kavram, olgu sayısı için yeterli bir araç çakıl taşı…

Eski çağ insanının, yaşadığı bir muhitte avlayabileceği mamut sayısı en fazla ne kadardı ki? Ya da ona saldırabilecek aslan, kaplan, kurt gibi yırtıcıların kaydını tutmak için Excel tablosu gerekir miydi? Yahu, etrafta kaç insan vardı, kaçının diğerlerinden haberi vardı? Haberi olsa umurunda olur muydu, bilemiyorum. Etkileşim içine girmedikten sonra bir anlam ifade etmeyebilir, büyükleri değilse o insanları “say”mayabilirdi muhtemelen.

Zamanla çevreyle etkileşim ve diğer insanlarla iletişim arttıkça, çakıl taşı metodunun yetersizliği anlaşılmış ve adetleri temsil eden resimler olarak sayılar kullanılmıştır. Buna sayı-sallama diyebiliriz. Yani büyüklük, adet, şiddet, etki gibi ölçülebilen her şeye bir değer verilmesi durumu. Tabiî bu sayıları bilmek ve kayıt etmek yetmemiş, birbirleri ile yapılabilecek işlemlerin de hesap edilebilmesi problemi doğmuştur. Takas sistemi ve paranın bulunması ile birlikte alacak-verecek hesabı, mesafe ve alan ölçümü…

Sayılar ve hesaplamalar karmaşıklaştıkça bu iş bir disiplin içerisinde yürütülmeye başlanmış, bilinen doğrulardan (aksiyom) yola çıkarak çeşitli ispatlar yapılmış ve ispatlanan her bir olgu yepyeni ispatların oluşturulmasında kullanılmış, böylece bir bilim dalı olarak matematik ortaya çıkmıştır. Matematik dünyasının en büyük âlimlerinden biri olan El-Harezmî, cebir ve algoritmanın kurucusudur. Bilgisayar programlamasının da temelini oluşturan algoritma, belirli amaca ulaşmak için izlenmesi gereken yol, yapılması gereken işlemlerin adım adım sıralanması demektir.

Üniversitelerin mühendislik-fen bilimleri bölümlerinde okuyan öğrenciler ilk senelerinde Calculus 151/Mat 151 dersini alırlar. İşte buradaki calculus, Latince çakıl taşı anlamına gelir. Bir nevi, çakıla vefa çalışması gibi. Çoğu öğrencinin o derste “çakıl”masının ironik bir anlamı vardır belki de. Sayılarla hızlı işlem yapma gücüne indirgendiği için midir bilmiyorum, ülkemizde matematik deyince öğrencilerin üzerine matem çöküyor. Zor olduğunu düşünen öğrencilerimiz çok fazla. Makinelerin yapabildiği hesapları kafadan yapan insanlara zeki, kafası çalışan gözüyle bakıyoruz da, o makinelere o hesapları kaydeden veya onları yapmayı öğretenin yine insanlar olduğunu unutuyoruz.

Matematiğe hep yardımcı bilim gözüyle bakılıyor, ama temel eğitim ve üniversitede aldığımız fen bilimleri derslerini daha iyi anlamak için bir matematik öğretilmedi bize. Aksine, fizik ve kimya öğrenimi benim o derslerdeki becerimi geliştirmek yerine matematiğimi ilerletmemi sağladı. Uzun formülleri ezberletip, sordukları problemlerde bir değişken hariç formülün bütün parametrelerini vererek bilinmeyen değişkenin bulunmasının istenmesi, fizik veya kimya öğretmek değildir bence. Nasıl bir sistem varsa, matematiği kendi dersinde öğretemiyor, fen bilimleri derslerinde de o dersler değil matematik gelişiyor. En kestirmeden gitmeyi seven bir millet olduğumuz için formülü ezbere bilmeyi ve probleme uyup uymadığına bakmadan hemen uygulayıp bir sonuç üretmeyi marifet sanıyoruz.

Ortaokulda okuyan bir öğrencimize sorun, size bir dünya formül sayabilecektir. O formülleri kimin ve nasıl bulduğunu, dahası hangi durumlarda uygulanması gerektiğini öğretmeden PISA sınavlarında iyi dereceler beklemeyelim derim.

Matematik yalan söyler mi?

Sayılarla yapılan işlemler ve bu işlemlerin içerisinde yürüdüğü kurallar her yerde aynıdır. Bir üçgeni kâinatın hangi köşesine götürürseniz götürün, kenar uzunluğu değişmeyecektir. İki ile ikiyi Ay’da toplayanlar, Dünya’dakinin altıda biri değerinde bir sonuç bulmaz. Sayılar yalan söylemez, ama sayıları el çabukluğu marifetiyle karıştırıp istediğini önümüze koyan kişiler bize yalan söyleyebilir. Alış fiyatı 80 lira olan bir ürün 100 liraya satılırsa, yüzde 25 kâr elde edilmiş olur değil mi? Yüz liraya alan müşteri %25 oranını fazla bulursa satıcı “Olur mu ağbiciğim, ürün maliyeti satış fiyatının yüzde 20 altında” derse yalan söylemiş olur mu? Herkes yüzdeyi kendine bakan yüzde görür. Kayserili bir tüccara atfedilen şöyle bir deyiş var: “Üç liraya alıp beş liraya satıyoruz, yüzde iki kârla geçinmeye çalışıyoruz.”

Günümüzde sayı-sallama işi fevkalade bir sürat kesbetti. Eskiden kâğıt üstünde tutulan hesap ve kayıtların neredeyse tamamı sayısal veri şeklinde bilgisayar tabanlı sistemlerde tutulup işleniyor. Bunun için milyonlarca masaüstü-web uygulaması ve mobil uygulama kullanılıyor.
Sanal ortamlarda dijital kimliklerimizle işlemler yapıyor, yapılan işlemleri onaylıyoruz. Para artık neredeyse tamamen kaydî bir hâl alma yolunda hızla ilerliyor. Yakında artık nakit para diye bir kavram kalmayabilir. Makine öğrenmesi ve yapay zekâ konularındaki gelişmelerle, bugüne kadar insanlar tarafından icra edilen pek çok meslek artık yazılımlar ve robotlar tarafından yürütülecek. Resim, müzik gibi sanat dallarında bile eserler veren yapay zekâlar geliştirildi. Çok hızlı veri toplayıp işlemesi, öğrenebilmesi ve hızlı karar verebilmesi sebebiyle yapay zekâlara teveccüh artabilir. Ancak vicdan ve gönül gibi kavramlar nasıl sayısallaşabilecek ya da sayısallaşabilecek mi, onu merak ediyorum. Robotokrasi, kendi etik ve estetik değerlerini oluşturup insanlara dayatacak mı? Matrix filmindeki meşhur replik geldi aklıma:

“Makinelerin, leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde her şeyin tadı var.”

Link: http://www.gencyorumdergisi.com/2020/07/sayi-sallama/

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: